8 Ocak 2019 Salı

BİR OSMANLI SADRAZAMI: MİDHAT PAŞA


II. Abdülhamid’in siyasi olarak en çok çekindiği kişi olan Midhat Paşa’yı tanımak için yaşadığı dönemin özelliklerini bilmekte fayda vardır. Osmanlı Devleti 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra çöküş dönemine girmiş, batı devletlerinden geri kalmıştı. Hem askeri hem ekonomik anlamda çareler arayan padişah ve yöneticiler zaman zaman bunun nasıl yapılması gerektiği konusunda anlaşamamışlar ve batı karşısında geri kalmaya devam etmişlerdir. Gelenekçilerle yenilikçiler arasında başlayan bu savaşta zaman zaman yenilikçiler ön plana çıkmış ve somut adımlar atmaya çalışmışlardır. Lale devriyle başlayan yenilik süreci ağır yürümüş ve XIX. yüzyıla girerken Osmanlı Devleti küçülmeye başlamıştır. Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik akımları Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıkların isyanlarına ve sırayla bağımsız ya da özerk olmalarına neden olmuştur. Yaşanan toprak kayıplarından olsa gerek bu yenileşme çabaları daha çok askeri alanda olmuştur. Buna yönetim zafiyeti, otorite boşluğu ve diğer alanların ihmal edilmesi eklenince çöküş süreci kaçınılmaz olmuştur.
Osmanlı Devletinin ıslahat süreci önünde en büyük engel olarak gördüğü Yeniçeri Ocağı, II. Mahmud tarafından 1826 yılında ortadan kaldırılmıştır. Bu tarihten sonra yenilikçi bir padişah olan II. Mahmud ’un önü açılmış, peş peşe köklü yapısal değişikliklere gidilmiştir. Her zaman olduğu gibi askeri yeniliklerin ön planda yer aldığı bu sürecin sonu ticari imtiyazlarla bitmiş ve Osmanlı Devleti Mehmet Ali Paşa İsyanının da etkisiyle İngiltere ve Rusya’ya tavizler vermek zorunda kalmıştır. İşte bu sıkıntılı sürecin sonunda, 1839 yılında Tanzimat Fermanı ilan edilmiş ve Osmanlı Devleti modern dünyanın hukuk kurallarına uyacağının sözünü vererek bir takım yenilikler vaat etmiştir. Ne var ki buna karşı çıkanlar olmuş ve bir kez daha yenilikçi cepheye savaş ilan edilmiştir. Midhat Paşa işte bu süreçte ortaya çıkmış ve yenilikçi kanadın en önemli temsilcisi konumuna gelmiştir.
Ailesi, Çocukluğu ve Gençlik Yılları
Midhat Paşa, küçük yaştan itibaren başlayan memur hayatında kısa zamanda yükseliş göstermiş ve göze batmayı bilmişti. Valilik mertebesine kadar gelmesinde hiç şüphesiz yetenekli ve başarılı bir idareci olmasının payı büyüktü. Bunun yanında gücü büyüyecek ve bir Osmanlı padişahını azledecek kadar yükselecekti. Esasen bu gücün nedeni Midhat Paşa’nın orduyu kendi tarafına alması olarak görülebilir. Çünkü üst düzey Osmanlı subaylarının çoğu kendi gibi yenilik taraftarı ve Jön-Türk’tü.[1] Kanun-i Esasi gibi bir metni hazırlamanın ve dikte etmenin altında işte bu güç yatar.
Osmanlı Devleti’nin görmüş olduğu en önemli bürokrat ve yöneticilerinden biri olan Midhat Paşa, miladi 1822 (Safer-1238) yılının Ekim-Kasım aylarına denk gelen bir zamanda İstanbul’da doğdu.[2] Asıl adı Ahmet Şefik olan Midhat Paşa’nın babası Rusçuklu Hacı Hafız Mehmed Eşref Efendi, Evkaf Nezareti’nde küçük bir memurdur.[3] Midhat Paşa’yı ortaya çıkaran sebeplerin en başında, İmparatorluğun başkenti İstanbul’da doğmuş olması ve babasının memurluk görevi vasıtasıyla devletle yakın temas kurmuş olmasıdır diyebiliriz.
Midhat Paşa aynı zamanda dindar özelliği ile öne çıkmıştır. Daha on yaşında Kuran’ı ezberlemesi [4] onun dindar kişiliğinin daha o yaşlarda kök saldığını gösterir. Hafız olması sebebi ile Hafız Şefik ismini almıştır.[5]
Hayatının çoğunu merkezden uzak farklı yerlerde geçiren Midhat Paşa ilk yolculuğunu naiblik görevi nedeniyle babasıyla beraber yapmış ve on bir yaşında Vidin’e gitmiştir. [6] Ertesi yıl İstanbul’a geri dönse de bu yolculuklar ileride de devam edecek ve ona tecrübeler kazandıracaktır.  Zira 1835 yılında da aynı sebeple Lofça kazasına gidecek ertesi yıl tekrar geri dönecektir. [7] Sürekli farklı yerleri gözlemlemek Midhat Paşa’nın ileride atacağı adımların temelini oluşturacaktır.
Midhat Paşa babasının devlet memuru olması ve devletin merkezine yakın olmasının ilk meyvesini 1834 yılında Reisülküttap Akif Paşa’nın aracılığı ile Divan-ı Hümayun Kalemi ’ne girmesiyle alacaktır.[8] Henüz on iki yaşında devletin en kalbi noktasını giren Midhat Paşa divani yazıyı kısa sürede sökmüş hemen akabinde Arapça ve Farsça öğrenmeye başlamıştır.[9] Divan-ı Hümayun hayatında önemli bir noktadır, zira Ahmed Şefik olmaktan çıkıp Midhat olduğu yer orası olacaktır. Midhat mahlasını Divan-ı Hümayun ’da alacak olan Midhat Paşa aynı zamanda devrin önemli hocalarından hocalardan ders almaya başlamıştır.[10]
Eğitim düzeyi yükselen Midhat Paşa kurum değişikliği yaparak Sadaret Mektubi Kalem’ine geçti. Bu tecrübelerden sonra artık taşrada görev yapabileceği izlenimi yaratmış olsa gerek daha 18 yaşında Şam’da tahrirat kâtibi muavinliğine yollandı.
 [11] Tanzimat komisyonlarında görev yapan Midhat Paşa aynı zamanda Tanzimat döneminin nasıl işlediği ile ilgili fikirler topluyordu. Şam’dan sonra Sayda’da da görev yapan Midhat Paşa iki yıl sonra Bekir Sami Paşa’nın divan kâtibi olarak onunla birlikte Konya ve Kastamonu’ya gitti.[12]  1849 yılında ise dönemin en saygın kurumu Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye’de mazbata odasında görev aldı. 1848 yılında evlenen Midhat Paşa 1851 yılında Meclis-i Vala Reisi Rıfat Paşa yardımıyla mütemayiz rütbesiyle serhalifeliğe yükseldi.[13] Artık Midhat Paşa parlayan bir yıldızdır. Sorunların çözümündeki ustalığı devrin yöneticilerinin dikkatini çekmişti.  Nitekim hemen Şam ve Halep’teki gümrük iltizamı yüzünden doğan anlaşmazlıkları halletmek ve Arabistan ordusu müşiri Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa ile ilgili bir soruşturma için bölgeye gönderilmiştir. Burada devletin alacaklarını fazlasıyla tahsil eden Midhat Paşa ayrıca Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın Dürzi olaylarında yanlış hareket ettiğini tespit etmiştir.[14] Altı ay gibi kısa bir sürede bu sorunları başarıyla çözen Midhat Paşa artık en yüksek makamların gözüne girmeyi başarmıştır.
Kırım Savaşı ve Islahat Fermanı
Kırım Harbi yaklaşmak üzeredir. İstanbul’da toplantı üzerine toplantı yapan yerli ve yabancı bürokrat ve diplomatların müzakere zabıtlarını tutmakla görevlendirilen Midhat Paşa adeta bir diplomasi eğitiminden geçmektedir.[15] Hatta teamüller gereği toplantı tutanaklarını Amedi Kalemi memurlarının tutması gerekirken bu görevin ısrarla Midhat Paşa’ya verilmesi ona bu konuda ne kadar güvenildiğini göstermiştir.[16] Bu arada Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye’nin Anadolu ikinci kâtipliğine getirilen Midhat Paşa yükselen bir değer olduğu için düşmanlar da kazanmıştır. Bu düşmanlıkların çıkış sebebi ayrıca görevinin doğal bir sonucudur. Müfettişlik görevi gereği birçok kimseyi soruşturan Midhat Paşa haliyle düşmanlar da kazanacaktır. Bu düşmanlardan biri olan Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa 1854 yılında sadrazam olunca yaptığı ilk işlerden biri Midhat Paşa’yı görev bahanesi ile İstanbul’dan uzaklaştırmak olmuştur. Gerçi bu uzaklaştırmanın bir başka sebebi de Balkan isyanlarıydı. Rusya’nın bölgeye nüfuz etmesiyle Balkan toprakları tehlikeye girmiş ve buralara Tanzimat sürecini iyi bilen bir idareci gönderme zorunluluğu doğmuştu.[17] İslimye, Cuma ve Şumnu’da mahalli yönetimlerdeki olayları tutuklama ve bazı idamlarla çözen Midhat Paşa Sadarete sunduğu bir teklifle her eyalete bir meclis kurulması gerektiğini savunmuştur. Olumlu yanıt alan bu öneri Kırım Savaşı ve dönemin şartları gereği yerine getirilmemiştir. Midhat Paşa netice alamasa da adem-i merkeziyet fikrinin ilk tohumlarını oluşturması bakımından bu öneri onun için önemliydi.[18] Midhat Paşa, Mustafa Reşid Paşa’nın tekrar sadrazam olmasıyla altı ay sonra tekrar İstanbul’a döndü.
Bursa Depremi ve İlk Yargılanışı
1855 yılında Bursa’da büyük bir deprem meydana gelmiş ve orada toplanan yardımları düzenleme işi için Midhat Efendi görevlendirilmiştir. Görevini büyük fedakârlıklarla yapan Midhat Paşa, Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın Sadareti Kaymakamlığına gelmesiyle devlet nizamına karşı geldiği gerekçesiyle görevinden alınmıştır.[19] Midhat Paşa’ya yapılan suçlama yasa dışı yollarla iltizam işlerine girmesi ve savaşın da etkisiyle büyük karlar elde etmesiydi.[20] Midhat Paşa yapılan yargılama sonucu beraat etmiştir. Daha sonra görevine dönen Midhat Paşa, Silistre Valisi Mirza Said Paşa ve Vidin Valisi Muammer Paşa hakkında soruşturma yapmak ve Tırnova olaylarını yatıştırmak için bölgeye gönderilmiştir.[21] Yaptığı teftiş sonucunda bölgede meydana gelen asayiş sorunlarının Rusya kaynaklı olduğunu ayrıca valilerin olaylara ve yolsuzluklara izin verdiğini raporlamıştır. Bu rapor sonucunda Siliste valisi görevinden alınmıştır.[22]
Mustafa Reşid Paşa ölünce iktidar Ali ve Fuad Paşaların eline geçmiştir. Midhat Paşa bazı sağlık sorunları ve gezi amacıyla Avrupa’ya giderek 1858 yılında Paris, Londra, Viyana ve Brüksel’de altı ay kalmıştır. Fransızca da öğrenmeye başlayan Midhat Efendi yurda dönerek 1859 yılında Meclis-i Vala Başkâtibi olmuştur.[23]
Sultan Abdülaziz Dönemi ve Niş Valiliği
1861 yılında Sultan Abdülmecid ölünce yerine Abdülaziz geçmişti. Yeni Sultan da Ali ve Fuad Paşa’ya güvenip yönetimi onlara teslim etmişti. Bu yeni dönemin başlangıcı Midhat Paşa’yı daha çok ön plana çıkarmıştı. 1861 yılında sorunlu bir vilayet olan Niş valiliğine getirilen Midhat Paşa burada yollar, köprüler inşa etmiş ve güvenliği sağlamıştır. Bölgenin ekonomik yapısına olumlu yönde katkıları olan Midhat Paşa, muhacirlerin iskânı ve eğitim konularında da başarılı sonuçlar elde etmiştir.[24] Hatta o günlerde sadece Osmanlı’nın değil tüm Avrupa’nın en büyük valisi olarak görülmüştür.[25] Devrin karar vericileri Niş’te işlerin yoluna girdiğini görünce Midhat Paşa’yı bu sefer Prizren’e vali olarak göndermişlerdir. Midhat Paşa burada da aynı başarılarını sürdürmüş üç yıllık görevini tamamlamıştır.[26]
1864 Vilayet Nizamnamesi ve Tuna Valiliği
Midhat Paşa’nın mahalli idarelerdeki başarısı Ali ve Fuad Paşaların dikkatini çekmişti. Bu arada önemli sorunlar kapıda bekliyordu. O sıralar Avrupa ülkeleri ve Rusya, azınlık sorunlarını bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale zemini arıyorlardı. O halde sorunlu mahalli yönetimlerde başarı ve güvenlik sağlanırsa bu bahaneler de ortadan kalkabilirdi. Fuad Paşa Midhat Paşa’nın da fikrini alarak hemen bir vilayet nizamnamesi hazırlattı.(1864) Bu nizamnameye göre artık eyaletlere vilayet denilecekti. Eyaletler birleştirip vilayeti oluşturacaktı. [27] Ayrıca halk vilayet yönetimine etkin bir şekilde katılacak ve valilerin yetkisi artacaktı. İlk pilot uygulama Rusçuk, Silistre, Vidin ve Niş vilayetlerinin birleşmesiyle oluşan Tuna vilayeti oldu. Merkezi Rusçuk olan bu vilayetin başına nizamnamenin oluşmasına katkı sağlayan Midhat Paşa getirildi. Burada da başarılı bir yönetim sergileyen Midhat Paşa ziraatçiliği geliştirerek etkisi günümüze kadar gelecek olan menafi-i umumiye sandıklarını kurdu. Öyle ki bu sandıklar Ziraat Bankası’nın temeli sayılmaktadır. Bununla yetinmeyen Midhat Paşa Osmanlı Devleti’nin ilk vilayet gazetesi olan Türkçe ve Bulgarca yayınlanan Tuna gazetesini çıkardı.[28] Pilot uyguma başarılı olunca benzer örnekler diğer vilayetlerde de uygulandı. Bosna, Suriye ve Halep başta olmak üzere birçok vilayette gazeteler çıkartıldı.[29]
Midhat Paşa sert ve disiplinli bir yönetim anlayışı içerisinde Tuna vilayetini idare etmiş ve bugünkü Bulgaristan’ın temellerini atmıştır. Bunları yaparken etnik ve dini ayırım gözetmemiştir.[30]
İş yoğunluğunun dengeli bir şekilde dağıtmak amacıyla Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye kapatılıp yerine Şûrâ-yı Devlet ve Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye adlı iki kurum kuruldu. Bu iki kurumdan biri olan Şura-yı Devlet’in başına getirilecek en uygun kişi ise Midhat Paşa’dan başkası olamazdı.(1868) Burada metrik sistem, vatandaşlık, madenler, emniyet sandığı ve sanayi mektebi gibi konular üzerinde çalıştı.[31] Ancak bir süre sonra Sadrazam Ali Paşa ile anlaşmazlığa düşerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Dönemin İngiliz Elçisi Sir Henri Elyot’a göre Ali Paşa, Midhat Paşa’nın gücünün arttığını görünce onu Bağdat Valiliği’ne getirmiştir.[32] Midhat Paşa böylece hem İstanbul’dan uzak duracak hem de Bağdat vilayetine faydası dokunacaktı. Midhat Paşa’nın iyi bir mahalli yönetici olduğunu bilen üst düzey karar vericiler böylece bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardı.
Bağdat Valiliği
Musul ve Basra’nın da içinde yer aldığı Bağdat vilayetinde geniş yetkilerle donatılan Midhat Paşa Arazi kanunnamesi ve Vilayet nizamnamesi kanunlarını burada da uygulama fırsatı buldu. Ahsâ, Katîf, Katar, Necid ve Kuveyt’i[33] birleştirilip Necid mutasarrıflığı adı altında Basra’ya bağladı.[34] Böylece yerel birimleri tek bir merkez altında Osmanlı hâkimiyetine soktu. Bağdat gibi vilayetlerde asayişi sağlamanın en iyi yolu aşiretlerle iyi anlaşabilmektir. Bunu bilen Midhat Paşa aşiretleri devlet otoritesine bağlayarak Irak topraklarının tapu ile dağıtılmasını sağladı.[35] Böylece hem toprak anlaşmazlıkları ortadan kalkacak hem de asayiş sağlanacaktı. Bu durum insanları toprağı işlemeğe itecek ve ziraat gelişecekti. Nitekim öyle de oldu. Bağdat vilayetinde ziraat gelişti ayrıca imar ve inşa faaliyetleri arttı.
Ticaretin gelişmesinde nehirler ve limanlar çok büyük önem arz eder. Alıcı ve satıcı arasındaki mesafeyi yani ulaşım yollarını düzenlemek ticarete canlılık getirir. Bunların farkında olan Midhat Paşa Dicle ve Fırat’ta vapur işletmeciliği düzenleyerek yola koyuldu. Ayrıca Basra tersanesinde de bir takım yenilikler yaptı.[36] Bunlara ek olarak yeni hastane, sivil ve askeri okullar açarak hem ticarete hem de sosyal hayata can verdi.  İlkleri seven Midhat Paşa yine bir ilki yaparak vilayetin ilk resmi gazetesi olan ez-Zevrâ’yı Türkçe ve Arapça olarak yayınladı.[37]

İlk Sadrazamlık Görevi ve Azledilişi
Sadrazam Ali Paşa’nın ölümü Midhat Paşa için bir kilometre taşıdır.(1871) Zira Ali Paşa ölünce iktidar, Rus yanlısı ve Tanzimat karşıtı olarak bilinen Mahmud Nedim Paşa’nın eline geçti. Midhat Paşa, meydanı boş bırakmamak için İstanbul’a geri döndü.  Muhaliflerin umudu olan Midhat Paşa iktidar tarafından İstanbul’da tutulamazdı. Hemen Erzurum valiliğine tayin edilse de bu gerçekleşmedi. Ardından Edirne valiliğine tayin edildi ise de daha oraya varmadan padişahın huzuruna çağırıldı. Bu arada Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’dan şikâyetçi olanlar bu durumu sürekli padişaha iletiyorlardı. Midhat Paşa da Mahmud Nedim Paşa’yı kötüleyerek kendini sadrazam yaptırmayı başardı. (31 Temmuz 1872)[38] Midhat paşa bu dönemde Abdülaziz’in despotik etkisini en aza indirmeye çalışmış ayrıca demiryolu ve telgraf gibi çağdaş projelerle uğraşmıştı.[39] Ancak Rusya’nın baskısı ve idari anlaşmazlıklar yüzünden daha üç ay bile dolmadan Sadrazamlık görevine son verilmişti.[40]
Selanik Valiliği ve Muhalefet Mücadelesi
Midhat Paşa için 1876 Mayıs ayına kadar sürecek olan geri planda kalma dönemi başladı. Bu süre zarfında biraz da mecburiyetten bir takım idari görevlere getirdi. Mart 1873 yılında Adliye Nazırı, Ekim 1873 yılında ise Selanik Valiliği’ne getirildi.[41]
Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü mali ve idari sıkıntıları dert edinen Midhat Paşa kurtuluşu Meclis-i Mebusan’ın açılmasında görüyordu. Hatta bu sıkıntılı durumlardan kurtulmak için bir layiha hazırladığı iddia ediliyordu.[42] İşte bu iddialar Midhat Paşa’nın bir oraya bir buraya sürüklenmesine yol açıyordu. Son olarak Selanik valiliğinden de alınınca Şubat 1874’te İstanbul’a dönerek kendini bağ bahçe işlerine verdi. [43]Ağustos 1875 yılında, üstelik te Mahmud Nedim Paşa kabinesinde tekrar Adliye Nazırlığına getirilmesi ülkenin düştüğü durumu göstermesi açısından ibretlik bir hadiseydi. Midhat Paşa gibi yetenekli insan sayısı çok azdı. Neticede oklar dönüp dolaşıp tekrar Midhat Paşa’yı gösteriyordu. Ancak yaklaşık üç ay sonra o da bu duruma isyan edecek ve görevinden istifa edecekti.

Sultan Abdülaziz’in Tahttan İndirilişi ve Ölümü
İstanbul’da muhalif sesler yükseliyordu. Nitekim 1876 yılının 10-11 Mayıs’ında medrese öğrencileri protesto gösterileri düzenledi. [44] Hatta Midhat Paşa’nın bu gösterilerde payı olduğu düşünüldü.[45] Zaten Midhat Paşa Abdülaziz’in tahttan indirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ona göre Abdülaziz kanunsuz olarak devleti yönetmek istiyordu ayrıca iktidarı Mahmud Nedim Paşa’ya vererek Rumeli’nin Rusya’nın eline düşmesine neden olmuştu. Midhat Paşa ayrıca hazırladığı layihaların Abdülaziz’in eline geçmediğini iddia ediyordu.[46]
Kısa bir süre sonra Mahmud Nedim Paşa kabinesini düştü. Midhat Paşa, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa kabinesinde önce Mecâlis-i Âliye memuriyetine, ardından ikinci defa Şûrâ-yı Devlet reisliğine getirildi.[47] Ancak ne yapılırsa yapılsın kurtuluşa giden yol bulunamıyordu. Aslında niyet belliydi. Anayasa ve parlamento fikrinin önündeki en büyük engel Padişahtı. Nitekim veliaht Murad ile temas kurulduktan ve meşrutî bir idareye engel olmayacağına dair söz alındıktan sonra Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ve Midhat Paşa’nın başını çektiği “erkân-ı hal‘” Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdi (30 Mayıs 1876).[48]
Darbeyi gerçekleştirenler kendi aralarında bazı düşünce ayrılıklarına girdiler. Meclise gerek olmadığını düşünen bile vardı. Bu arada azledilen Sultan Abdülaziz’in şüpheli ölümü ortalığı daha çok karıştırmıştı.(4 Haziran 1876’da)  Makasla iki eli kesilmiş halde bulunan Sultan Abdülaziz ilk görünüşte intihar etmiş gibi görünüyordu. Nitekim yabancı ve Türk doktorlar raporlarında olayı intihar olarak belirtmişti.[49] Midhat Paşa Abdülaziz’in ölümünü geç öğrenmiş ve olay yerine herkesten sonra varabilmişti.
Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın, Abdülaziz’in intikamını almak isteyen Çerkez Hasan adlı bir subay tarafından öldürülmesi ortalığı daha çok karıştırmıştı.[50] Her yer saman alevi gibiydi. Bir başka alev de Balkanlardaydı. Oradaki isyanlar da durdurulamıyordu. Devlet yöneticileri ise kendi aralarında kavga ediyordu. Bütün bu koşullar Kanuni-Esasi’nin bir an önce bitirilmesi gerektiğini gösteriyordu.
V. Murad’ın akıl sağlığı iyi değildi. Zira Sultan Abdülaziz’in başına gelenler belliydi. Onun da başına aynı şeyler gelebilirdi. Nitekim akıl sağlığını yitiren V. Murad’ın bu durumu karşısında Midhat Paşa ve ekibi çaresiz kaldı. Hatta o günlerde tüm Osmanlı sülalesinin bir ziyafete davet edilip tamamen ortadan kaldırılacağı bile iddia edildi. II. Abdülhamid’in de bu durumu önceden haber alıp ziyafete katılmadığı ve bu nedenle planın uygulanamadığı gibi iddialar Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Kral Abdullah’a ait olsa da o dönem Tanzimatçılara bakış açısını bilmek anlamında önemlidir.[51]
Akıl sağlığı gitgide bozulan V.Murad azledildi. Ancak bu azledilişten önce II. Abdülhamid’den gayrı resmi olarak meşruti yönetime ses çıkarmayacağı sözü alındı. Böylece 31 Ağustos 1876’da II. Abdülhamid dönemi başlamış oldu.
II. Abdülhamid Dönemi ve Kanun-i Esasi
Bu karışık ortamda muhafazakâr Tanzimatçı denilen bir grup daha vardı. Bu grup yenilikçi olmakla beraber katı değişimleri istemiyordu. Cevdet Paşa da bunlardan biriydi. II. Abdülhamid’e desteğini sunan Cevdet Paşa ve Midhat Paşa gibiler arasında Kanuni- Esasi’nin metinleri yüzünden sert tartışmalar yaşandı. Bu sırada Kanun-i Esasiye karşı gelen Mütercim Rüşdü Paşa istifa etti. Yerine Midhat Paşa getirildi. Tam o sıralar İstanbul’da Balkan meselelerini görüşmek üzere büyük devletlerin elçilerinin de katılacağı bir toplantı düzenlenecekti. İşte bu toplantı gerçekleşmeden Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesi gerekiyordu. Midhat Paşa’nın sadrazam olması ile de yabancılara olumlu mesaj verilecekti. Böylece batılı devletlere ve azınlıklara büyük tavizler verilmeyecekti.
Tersane Konferansı için 23 Aralık 1976’da İstanbul’da toplanıldı. İşte tam da o gün Meşrutiyet ilan edildi. Midhat Paşa bu anayasa ile birlikte Osmanlıcılık anlayışının ön plana çıktığı ayrıca etnik ve dini ayrılıkların olmadığı bir imparatorluk vaat ediyordu. Öyle görülüyordu ki Kanun-i Esasi’nin ilanı yabancıların pek ilgisini çekmemişti. Oysa Midhat Paşa bu konferansın yapılmasına bile gerek duymuyordu. Oysa İngiltere’nin desteğini alan Rusya Osmanlı Devleti’nden yapmasını istediği maddeleri artarda sıralıyordu. Midhat paşa durumu kurtarmak için İngiliz elçisiyle özel bir görüşme gerçekleştirse de işe yaramamıştı. Sonunda Meclis-i Mebusan toplanmak zorunda kalmıştı. Rusya tarafından talep edilen maddeler görüşülecekti. İçinde gayrimüslimlerinde olduğu Mebusan Meclisi 18 Ocak 1877’de tüm önerileri reddetti. Artık ok yaydan çıkmış ve savaş çanları çalmaya başlamıştı.
93 Rus Harbi ve II. Abdülhamid Tarafından Avrupa’ya Sürgün Edilişi
Koşulların ağırlaşması ve üstelik savaş tehlikesinin yaklaştığı böyle bir ortamda Midhat Paşa şimşekleri üzerine çekti. Padişahı hiçe sayan davranışları ve bağımsız hareket etmesi ayrıca cumhuriyeti getireceği ve diktatörlük kuracağı söylentileri ayyuka çıktı. Gönüllü milis askerleri toplaması da bunun somut bir örneğiydi. Bardağı taşıran son damla 30 Ocak 1877’de teamüllere aykırı bir şekilde padişaha yazmış olduğu tezkireydi.[52] Bu tezkirede II. Abdülhamid’i devleti yıkmaya çalışmakla bile suçladı. Sadrazamlık görevinden azlini istedi.[53] Konağına çekilen Midhat Paşa, padişahın davetlerini geri çeviriyordu. II. Abdülhamid Kanun-i Esasi’nin 113.maddesine dayanarak Midhat Paşa’yı azletti ve yurt dışına sürdü. (5 Şubat 1877) Böylece Midhat Paşa kendi hazırladığı anayasanın kurbanı oldu.
Midhat Paşa sürgün dönemini İtalya, İspanya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’de geçirdi. Nisan 1877’de başlayan Rus harbine karşı Osmanlı Devleti’ni Avrupa’ya karşı savundu. Savaş döneminde II. Abdülhamid’e karşı muhalefet etmekten sakındı. Yaşanan Rusya mağlubiyetin ardından  II. Abdülhamid onun yurt dışında olmasını tehlikeli buldu. Zira jurnaller tarafından V. Murad’ı tekrar tahta oturtmak istediği haberleri yayılıyordu. [54] II. Abdülhamid Midhat Paşa’yı affettiğini bildirip onu yurda davet etti. O da dostlarının tüm uyarılarına rağmen bu daveti kabul etti.
Suriye ve Aydın Valiliği, Tutuklanması
Girit’e yerleşme izni alan Midhat Paşa ailesiyle birlikte Kasım 1878’de Girit’e geldi. Yaklaşık üç ay sonra Suriye valiliğine getirildi. Burada da başarılı işler gerçekleştirdi. Cebelinusayriye kazasını kurdu, zaptiye teşkilâtını yeniledi, mahkemelerin sayısının arttırdı ve hac organizasyonuyla ilgili düzenlemeler yaptı.[55] Ancak mahkemelerin idari yapıdan bağımsızlaşmasına karşı gelerek merkezle arasını tekrar bozdu. Bu arada Şam ve Beyrut sokaklarında ihtilalci ilanların dolaşması zaten güvenilmeyen Midhat Paşa’yla iyice ipleri kopardı. II. Abdülhamid kendisinden şüphelenmesine rağmen sanki hiç şüphelenmemiş gibi davrandı.[56] Yine de jurnallerin kendisi aleyhinde çalıştığını bilen Midhat Paşa iki defa istifa etmeye kalksa da kabul görmedi. Geçici bir çözüm olarak Ağustos 1880’de Aydın Valisi Ahmed Hamdi Paşa ile yeri değiştirildi.[57]
Aydın valiliği sırasında Temmuz 1880’de gerçekleşen İzmir depremi ve Nisan 1981’de gerçekleşen Sakız Adası depreminin yarattığı olumsuzluklar Midhat Paşa’yı meşgul etti. Başarılı organizasyonlarla depremlerin verdiği zararları en aza indiren Midhat Paşa burada da o bilindik yönetim tarzını sergiledi. İmar ve bayındırlık işleri, polis ve jandarma teşkilatlarının oluşturulması bunlardan bazılarıydı. Bu arada İstanbul’da kendisine yönelik muhalif güçler padişahı etkisi altına almıştı. Sultan Abdülaziz’in intihar etmediği ve öldürüldüğü öne sürülüyor ve bu işte Midhat Paşa’nın da parmağı olduğu söylentisi yayılıyordu. Her defasında yurt dışına kaçması gerektiği tavsiye edilen Midhat Paşa bu tavsiyeleri reddediyor ve padişaha suçsuz olduğunu belirten yazılar yazıyordu. Ancak sonunda beklenen oldu ve tutuklanmasına karar verildi. Tutuklanacağı sırada Fransa Konsolosluğuna sığındı. Fransa ile yapılan müzakerelerle güvence verilen Midhat Paşa’yı teslim alan kişi Adliye Nazırı Ahmet Cevdet Paşa’dan başkası değildi.[58] Bu arada ‘Midhat Paşa'nın Son Günleri’ adlı risalenin yazarı E. Faik, Fransa’nın Midhat Paşa’yı bir takım pazarlıklar sonucu verdiğini ve Tunus konusunda taviz kopardığını iddia eder. [59] Hatta bu konuda konuşan eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in, “Verin Midhat Paşa'yı alın Tunus'u!” dediği kaydedilmiştir.[60] Tunus’un Türklere kızgın olmasının altında yatan sebeplerin başında da Midhat Paşa meselesi olduğu iddia edilir.
Yıldız Mahkemesinde Yargılanması, Tâif’e Sürgün Edilmesi ve Ölümü
1881 Haziran ayında Yıldız Mahkemesi’nde kurulan özel bir mahkemeyle Sultan Abdülaziz’in şüpheli ölümü ile ilgili yargılanmalara başlandı. Başta heyet başkanı Ali Sürûrî Efendi olmak üzere hâkimlerin Midhat Paşa muhaliflerinden seçilmesi sarayın niyetini daha başından belli ediyordu. Öyle ki sorgulamaların işkence alında yapılması bir intikam duygusuyla hareket edildiğinin en büyük ispatıydı.[61] İdam edilmesine karar verilen Midhat Paşa’nın cezası yurt dışındaki tepkilerden çekinen II. Abdülhamid tarafından ömür boyu hapse çevrildi. Nitekim bu konu hakkında Londra gazetelerine konuşan o dönemin İngiliz Elçisi Sir Henri Eliot verdiği demeçte Midhat Paşa’nın suçsuz olduğunu, Yıldız mahkemesinin de II. Abdülhamid tarafından gücü tek başına ele geçirmek ve muhalifleri yok etmek için kurduğu bir düzmece olduğunu söyledi.[62] Midhat Paşa sürgün ve hapis cezasını çekmek için Temmuz 1881’de Tâif’e gönderilmek üzere vapurla yola çıktı. İlginç olan Midhat Paşa ve beraberindekiler vapurla Cidde’ye yanaştıklarında askerlerin onlara saygı duruşunda bulunmasıydı.[63] Bu durum Midhat Paşa etkisinin hala sürdüğünü gösteriyordu. Tâif’te dış dünyadan tecrit edilen Midhat Paşa’nın zaman zaman hapisten kaçtığı iddiaları çıksa da bunlar Midhat Paşa’yı sevenlerin birer rüyası ve ondan nefret edenlerin II. Abdülhamid’e karşı kullandıkları koz olmaktan öteye geçememiştir. Midhat Paşa’yı kaçırmak isteyenler olsa da bu mümkün olmamıştır. Midhat Paşa’yı sevenler yabancı devletlerden bu konuda yardım istese de bu talepler olumsuz sonuçlanmıştır. Hatta Fransa’nın Cidde Viskonsolosu Lostalot, Dışişleri Bakanı Duclerc’e gönderdiği 4 Ocak 1883 tarihli bir şifrede, Midhat Paşa ve iki suç ortağının kaçmasına yardım etmesi için ona teklifler yapıldığını ama reddettiğini, ancak menfaatleri icap ederse Midhat Paşa’nın kaçmasına yardım edebileceğini iletmiştir.[64]
Yaşadığı ağır şartları ve kötü muameleyi anlatmak için sonradan oğlu Ali Haydar Midhat tarafından hatıraları yayınlandı. Son günlerini ibadetlerle geçiren Midhat Paşa 7-8 Mayıs 1884 gecesi hücresinde boğularak öldürüldü.[65] Gerçekten ölüp ölmediği Yıldız Sarayı tarafından soruşturuldu Bu durum Midhat Paşa’nın ne kadar büyük bir tehlike olduğunu gösteriyordu. Kayıtlara şirpençe hastalığı yüzünden öldüğü geçildi.[66] Ölüm haberi İzmir’de bulunan oğlu Ali Haydar’a, iki kızı ve iki eşine bildirildi.[67] Midhat Paşa’nın kemikleri 1951’de Tâif’ten İstanbul’a getirilip Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın katıldığı bir törenle Âbideihürriyet Meydanı’nda yaptırılan mezara konuldu.[68]
II. Abdülhamid ‘in 33 yıl süren istibdat döneminin önünü açan en büyük olay Midhat Paşa’nın saf dışı edilmesiydi. Meşrutiyetin en büyük temsilcisi Midhat Paşa tarih sahnesinden çekilince II. Abdülhamid’in önünde artık kayda değer bir engel kalmamıştır.



Sonuç
Midhat Paşa hakkında çok şey söylenir. Kimilerine göre o bir cumhuriyetçi, kimilerine göre İslamcı, kimilerine göre Türkçü, kimilerine göre de Osmanlıcıydı. Saltanat düşmanı bile diyen vardı. Hatta Kanuni-Esasi’yi Türk milliyetçiliği esasına göre kurmuş olduğu ve Osmanlı tebaasını Osmanlılık adı altında Türkleştirmek istediği bile söylenmişti.[69] Aslında yaptıklarına bakılırsa onun aslında bir Osmanlıcı, meşveretçi ve adem-i merkeziyetçi olduğu anlaşılır. Ayrıca o iyi bir teşkilatçıydı.
Midhat Paşa ilginç bir şekilde ne tercüme odasından ne de Enderun’dan yetişmedir. O direk taşrada yetişmiş ve oradan aldığı tecrübelerle devlet kurumlarında çalışmaya başlamıştır. Gittiği yerlerdeki üstün başarılarıyla sadrazamlık rütbesine kadar erişmesini bilmiştir. Ancak iyi bir yerel idareci olmasının yanında iyi bir devlet yöneticisi olamamıştır.
Midhat Paşa, batı devletleri ve Rusya baskısının en çok hissedildiği 1876 yılında Kanun-i Esasi gibi devrim niteliği taşıyan bir anayasa metnini hazırlayarak II. Abdülhamid’e zorla da olsa kabul ettirmiş ancak meşhur 113.maddeyi metinden çıkaramamıştı. Padişaha sürgün yetkisi veren bu madde Midhat Paşa’nın sonunu getirecek ve istenilen Meşrutiyet yönetimi için 33 yıl daha beklemek gerekecekti.

KAYNAKÇA:
Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, Haz.: Yusuf Halaçoğlu, Çağrı Yayınları, İstanbul,1980.
Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete 1.Bölüm(Belgesel), TRT, 1985. http://www.trtarsiv.com/izle/108033/mithat-pasa-nin-2-abdulhamid-e-yazdigi-mektup, (ET: 18.10.2017).
Bekir Koç, Midhat Paşa(1822-1884), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD, DT, Ankara 2002.
Bekir Sıtkı Baykal, Mithat Paşa Siyasi ve İdari Şahsiyeti, T.C. Ziraat Bankası 100. Kuruluş Yılı Armağan ı, Ankara, Kıral Matbaası, 1964.
Bilal N. ŞİMŞİR, Fransız Belgelerine Göre Midhat Paşa’nın Sonu (1878-1884), Ayyıldız Matbaası, Ankara 1970.
Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, “Midhat Paşa”, İslam Ansiklopedisi, 2005, C.30.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, C.I, İstanbul 1955.
İlber Ortaylı, Türkiye’nin Yakın Tarihi, Timaş Yayınları, 2017.
İlker Alptekin, Midhat Paşa’nın Niş Valiliği(1861-1864), Niğde Üni. Sosyal Bilimler Ens., YLT, Niğde 2011.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat ve Rüştü Paşaların tevkiflerine dair vesikalar, TTK Yayınları. Ankara 1987.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, TTK Yayınları VII.Seri No:53, Ankara 1967.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Tâif Mahkumları, TTK Yayınları VII.Seri No:18, Ankara 1950.
Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden ihanet ettik?”, Klasik Yayınları, İstanbul, 2006.
Midhat Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 1997.
Milliyet Gazetesi, 27.06.1951.
M. Tayyib Gökbilgin, “'Midhat Paşa”, İslam Ansiklopedisi, C.8, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı 1979.
Murat Çulcu, İttihat ve Terakki, E yayınları, 2011.
Yusuf Akçura, ”Darülhilafet’ten IV”, Vakit Gazetesi, 13 Temmuz 1909.
Yusuf Akçura, ”Genç Osmanlılarda Faaliyet”, Tercüman Gazetesi, 11 Temmuz 1908.


[1] Yusuf Akçura, ”Darülhilafet’ten IV”, Vakit Gazetesi, 13 Temmuz 1909.
[2] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, “Midhat Paşa”, İslam Ansiklopedisi, 2005, C:30, s.7-11.
[3] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[4] A.g.a.
[5] Bekir Koç, Midhat Paşa(1822-1884), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD, DT, Ankara 2002, s.7.
[6]   İlker Alptekin, “Midhat Paşa’nın Niş Valiliği(1861-1864)”, Niğde Üni. Sosyal Bilimler Ens. , Niğde 2011, YLT, s.11.
[7] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[8] A.g.a.
[9] A.g.a.
[10] İlker Alptekin, a.g.t., s.11.
[11] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[12] Bekir Sıtkı Baykal, Mithat Paşa Siyasi ve İdari Şahsiyeti, T.C. Ziraat Bankası 100. Kuruluş Yılı
Armağan ı, Ankara, Kıral Matbaası, 1964. s.10.
[13] Bekir Koç, a.g.t., s.11-12.
[14] Midhat Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 1997.s.21.
[15] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[16] Midhat Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 1997.s.22.
[17] Bekir Koç, a.g.t., s.2.
[18] Bekir Koç, a.g.t., s.2.
[19] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[20] Bekir Koç, a.g.t., s.11.
[21] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, Midhat Paşa, a.g.a.
[22] Bekir Koç, a.g.t., s.12.
[23] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, Midhat Paşa, a.g.a.
[24] İlker Alptekin, a.g.t., Özet.
[25] İlber Ortaylı, Türkiye’nin Yakın Tarihi, Timaş Yayınları, 2017, s. 17.
[26] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[27] Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, Haz.: Yusuf Halaçoğlu, Çağrı Yayınları, İstanbul,1980, s.111.
[28] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[29] A.g.a.
[30] Bekir Sıtkı Baykal, a.g.e., s.23.
[31] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[32] İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, C.I, İstanbul 1955, s.322.
[33] Kuveyt kaza statüsünde Necid mutasarraflığına bağlanmıştır.
[34] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[35] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[36] A.g.a.
[37] A.g.a.
[38] M.Tayyib Gökbilgin, ''Midhat Paşa'', İslam Ansiklopedisi (İA), C:8, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı, 1979, s.275-282.
[39] Bekir Koç, a.g.t., s.4.
[40] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[41] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[42] A.g.a.
[43] A.g.a.
[44] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[45] A.g.a.
[46] A.g.a.
[47] A.g.a.
[48] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[49] Midhat Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 1997.s.193.
[50] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[51] Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden ihanet ettik?, Klasik Yayınları, İstanbul, 2006, s.15.
[52] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[53]Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete 1.Bölüm(Belgesel), TRT, 1985. http://www.trtarsiv.com/izle/108033/mithat-pasa-nin-2-abdulhamid-e-yazdigi-mektup, (ET: 18.10.2017).
[54] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Tâif Mahkumları, TTK Yayınları VII.Seri No:18, Ankara 1950, s.2.
[55] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[56] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.3.
[57] A.g.e., s.3.
[58] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.,
[59] Murat Çulcu, İttihat ve Terakki, E yayınları, 2011, s.97.
[60] A.g.e., s.97(I nolu dipnot).
[61] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, TTK Yayınları VII.Seri No:53, Ankara 1967, önsöz.
[62] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e.
[63] Bilal N. ŞİMŞİR, Fransız Belgelerine Göre Midhat Paşa’nın Sonu (1878-1884),Ankara 1970.
[64] Bilal N. ŞİMŞİR, a.g.e.
[65] Bekir Koç, a.g.t., s.4.
[66] Gökhan Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[67] A.g.a.
[68] Milliyet Gazetesi, 27.06.1951.
[69] Yusuf Akçura, “Genç Osmanlılarda Faaliyet”, Tercüman Gazetesi, 11 Temmuz 1908.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder