II.
Abdülhamid’in siyasi olarak en çok çekindiği kişi olan Midhat Paşa’yı tanımak
için yaşadığı dönemin özelliklerini bilmekte fayda vardır. Osmanlı Devleti 1699
Karlofça Antlaşması’ndan sonra çöküş dönemine girmiş, batı devletlerinden geri
kalmıştı. Hem askeri hem ekonomik anlamda çareler arayan padişah ve yöneticiler
zaman zaman bunun nasıl yapılması gerektiği konusunda anlaşamamışlar ve batı
karşısında geri kalmaya devam etmişlerdir. Gelenekçilerle yenilikçiler arasında
başlayan bu savaşta zaman zaman yenilikçiler ön plana çıkmış ve somut adımlar
atmaya çalışmışlardır. Lale devriyle başlayan yenilik süreci ağır yürümüş ve
XIX. yüzyıla girerken Osmanlı Devleti küçülmeye başlamıştır. Fransız İhtilali’nin
getirdiği milliyetçilik akımları Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıkların
isyanlarına ve sırayla bağımsız ya da özerk olmalarına neden olmuştur. Yaşanan
toprak kayıplarından olsa gerek bu yenileşme çabaları daha çok askeri alanda
olmuştur. Buna yönetim zafiyeti, otorite boşluğu ve diğer alanların ihmal
edilmesi eklenince çöküş süreci kaçınılmaz olmuştur.
Osmanlı
Devletinin ıslahat süreci önünde en büyük engel olarak gördüğü Yeniçeri Ocağı,
II. Mahmud tarafından 1826 yılında ortadan kaldırılmıştır. Bu tarihten sonra
yenilikçi bir padişah olan II. Mahmud ’un önü açılmış, peş peşe köklü yapısal
değişikliklere gidilmiştir. Her zaman olduğu gibi askeri yeniliklerin ön planda
yer aldığı bu sürecin sonu ticari imtiyazlarla bitmiş ve Osmanlı Devleti Mehmet
Ali Paşa İsyanının da etkisiyle İngiltere ve Rusya’ya tavizler vermek zorunda
kalmıştır. İşte bu sıkıntılı sürecin sonunda, 1839 yılında Tanzimat Fermanı
ilan edilmiş ve Osmanlı Devleti modern dünyanın hukuk kurallarına uyacağının
sözünü vererek bir takım yenilikler vaat etmiştir. Ne var ki buna karşı
çıkanlar olmuş ve bir kez daha yenilikçi cepheye savaş ilan edilmiştir. Midhat
Paşa işte bu süreçte ortaya çıkmış ve yenilikçi kanadın en önemli temsilcisi konumuna
gelmiştir.
Ailesi, Çocukluğu ve Gençlik Yılları
Midhat
Paşa, küçük yaştan itibaren başlayan memur hayatında kısa zamanda yükseliş
göstermiş ve göze batmayı bilmişti. Valilik mertebesine kadar gelmesinde hiç
şüphesiz yetenekli ve başarılı bir idareci olmasının payı büyüktü. Bunun
yanında gücü büyüyecek ve bir Osmanlı padişahını azledecek kadar yükselecekti. Esasen
bu gücün nedeni Midhat Paşa’nın orduyu kendi tarafına alması olarak görülebilir.
Çünkü üst düzey Osmanlı subaylarının çoğu kendi gibi yenilik taraftarı ve
Jön-Türk’tü.[1]
Kanun-i Esasi gibi bir metni hazırlamanın ve dikte etmenin altında işte bu güç
yatar.
Osmanlı
Devleti’nin görmüş olduğu en önemli bürokrat ve yöneticilerinden biri olan
Midhat Paşa, miladi 1822 (Safer-1238) yılının Ekim-Kasım aylarına denk gelen
bir zamanda İstanbul’da doğdu.[2] Asıl
adı Ahmet Şefik olan Midhat Paşa’nın babası Rusçuklu Hacı Hafız Mehmed Eşref
Efendi, Evkaf Nezareti’nde küçük bir memurdur.[3] Midhat
Paşa’yı ortaya çıkaran sebeplerin en başında, İmparatorluğun başkenti
İstanbul’da doğmuş olması ve babasının memurluk görevi vasıtasıyla devletle
yakın temas kurmuş olmasıdır diyebiliriz.
Midhat
Paşa aynı zamanda dindar özelliği ile öne çıkmıştır. Daha on yaşında Kuran’ı
ezberlemesi [4]
onun dindar kişiliğinin daha o yaşlarda kök saldığını gösterir. Hafız olması
sebebi ile Hafız Şefik ismini almıştır.[5]
Hayatının
çoğunu merkezden uzak farklı yerlerde geçiren Midhat Paşa ilk yolculuğunu
naiblik görevi nedeniyle babasıyla beraber yapmış ve on bir yaşında Vidin’e
gitmiştir. [6]
Ertesi yıl İstanbul’a geri dönse de bu yolculuklar ileride de devam edecek ve
ona tecrübeler kazandıracaktır. Zira
1835 yılında da aynı sebeple Lofça kazasına gidecek ertesi yıl tekrar geri
dönecektir. [7] Sürekli
farklı yerleri gözlemlemek Midhat Paşa’nın ileride atacağı adımların temelini
oluşturacaktır.
Midhat
Paşa babasının devlet memuru olması ve devletin merkezine yakın olmasının ilk
meyvesini 1834 yılında Reisülküttap Akif Paşa’nın aracılığı ile Divan-ı Hümayun
Kalemi ’ne girmesiyle alacaktır.[8]
Henüz on iki yaşında devletin en kalbi noktasını giren Midhat Paşa divani
yazıyı kısa sürede sökmüş hemen akabinde Arapça ve Farsça öğrenmeye
başlamıştır.[9]
Divan-ı Hümayun hayatında önemli bir noktadır, zira Ahmed Şefik olmaktan çıkıp
Midhat olduğu yer orası olacaktır. Midhat mahlasını Divan-ı Hümayun ’da alacak
olan Midhat Paşa aynı zamanda devrin önemli hocalarından hocalardan ders almaya
başlamıştır.[10]
Eğitim
düzeyi yükselen Midhat Paşa kurum değişikliği yaparak Sadaret Mektubi Kalem’ine
geçti. Bu tecrübelerden sonra artık taşrada görev yapabileceği izlenimi
yaratmış olsa gerek daha 18 yaşında Şam’da tahrirat kâtibi muavinliğine yollandı.
[11] Tanzimat
komisyonlarında görev yapan Midhat Paşa aynı zamanda Tanzimat döneminin nasıl
işlediği ile ilgili fikirler topluyordu. Şam’dan sonra Sayda’da da görev yapan
Midhat Paşa iki yıl sonra Bekir Sami Paşa’nın divan kâtibi olarak onunla
birlikte Konya ve Kastamonu’ya gitti.[12] 1849 yılında ise dönemin en saygın kurumu
Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye’de mazbata odasında görev aldı. 1848 yılında
evlenen Midhat Paşa 1851 yılında Meclis-i Vala Reisi Rıfat Paşa yardımıyla
mütemayiz rütbesiyle serhalifeliğe yükseldi.[13]
Artık Midhat Paşa parlayan bir yıldızdır. Sorunların çözümündeki ustalığı devrin
yöneticilerinin dikkatini çekmişti. Nitekim
hemen Şam ve Halep’teki gümrük iltizamı yüzünden doğan anlaşmazlıkları
halletmek ve Arabistan ordusu müşiri Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa ile ilgili bir soruşturma
için bölgeye gönderilmiştir. Burada devletin alacaklarını fazlasıyla tahsil
eden Midhat Paşa ayrıca Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın Dürzi olaylarında yanlış
hareket ettiğini tespit etmiştir.[14] Altı
ay gibi kısa bir sürede bu sorunları başarıyla çözen Midhat Paşa artık en yüksek
makamların gözüne girmeyi başarmıştır.
Kırım Savaşı ve Islahat Fermanı
Kırım
Harbi yaklaşmak üzeredir. İstanbul’da toplantı üzerine toplantı yapan yerli ve
yabancı bürokrat ve diplomatların müzakere zabıtlarını tutmakla görevlendirilen
Midhat Paşa adeta bir diplomasi eğitiminden geçmektedir.[15] Hatta
teamüller gereği toplantı tutanaklarını Amedi Kalemi memurlarının tutması
gerekirken bu görevin ısrarla Midhat Paşa’ya verilmesi ona bu konuda ne kadar
güvenildiğini göstermiştir.[16] Bu
arada Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye’nin Anadolu ikinci kâtipliğine getirilen
Midhat Paşa yükselen bir değer olduğu için düşmanlar da kazanmıştır. Bu
düşmanlıkların çıkış sebebi ayrıca görevinin doğal bir sonucudur. Müfettişlik
görevi gereği birçok kimseyi soruşturan Midhat Paşa haliyle düşmanlar da
kazanacaktır. Bu düşmanlardan biri olan Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa 1854 yılında
sadrazam olunca yaptığı ilk işlerden biri Midhat Paşa’yı görev bahanesi ile
İstanbul’dan uzaklaştırmak olmuştur. Gerçi bu uzaklaştırmanın bir başka sebebi
de Balkan isyanlarıydı. Rusya’nın bölgeye nüfuz etmesiyle Balkan toprakları
tehlikeye girmiş ve buralara Tanzimat sürecini iyi bilen bir idareci gönderme
zorunluluğu doğmuştu.[17] İslimye,
Cuma ve Şumnu’da mahalli yönetimlerdeki olayları tutuklama ve bazı idamlarla
çözen Midhat Paşa Sadarete sunduğu bir teklifle her eyalete bir meclis
kurulması gerektiğini savunmuştur. Olumlu yanıt alan bu öneri Kırım Savaşı ve
dönemin şartları gereği yerine getirilmemiştir. Midhat Paşa netice alamasa da
adem-i merkeziyet fikrinin ilk tohumlarını oluşturması bakımından bu öneri onun
için önemliydi.[18]
Midhat Paşa, Mustafa Reşid Paşa’nın tekrar sadrazam olmasıyla altı ay sonra
tekrar İstanbul’a döndü.
Bursa Depremi ve İlk Yargılanışı
1855
yılında Bursa’da büyük bir deprem meydana gelmiş ve orada toplanan yardımları
düzenleme işi için Midhat Efendi görevlendirilmiştir. Görevini büyük
fedakârlıklarla yapan Midhat Paşa, Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın Sadareti
Kaymakamlığına gelmesiyle devlet nizamına karşı geldiği gerekçesiyle görevinden
alınmıştır.[19]
Midhat Paşa’ya yapılan suçlama yasa dışı yollarla iltizam işlerine girmesi ve
savaşın da etkisiyle büyük karlar elde etmesiydi.[20] Midhat
Paşa yapılan yargılama sonucu beraat etmiştir. Daha sonra görevine dönen Midhat
Paşa, Silistre Valisi Mirza Said Paşa ve Vidin Valisi Muammer Paşa hakkında
soruşturma yapmak ve Tırnova olaylarını yatıştırmak için bölgeye gönderilmiştir.[21]
Yaptığı teftiş sonucunda bölgede meydana gelen asayiş sorunlarının Rusya
kaynaklı olduğunu ayrıca valilerin olaylara ve yolsuzluklara izin verdiğini
raporlamıştır. Bu rapor sonucunda Siliste valisi görevinden alınmıştır.[22]
Mustafa
Reşid Paşa ölünce iktidar Ali ve Fuad Paşaların eline geçmiştir. Midhat Paşa bazı
sağlık sorunları ve gezi amacıyla Avrupa’ya giderek 1858 yılında Paris, Londra,
Viyana ve Brüksel’de altı ay kalmıştır. Fransızca da öğrenmeye başlayan Midhat
Efendi yurda dönerek 1859 yılında Meclis-i Vala Başkâtibi olmuştur.[23]
Sultan Abdülaziz Dönemi ve Niş
Valiliği
1861
yılında Sultan Abdülmecid ölünce yerine Abdülaziz geçmişti. Yeni Sultan da Ali
ve Fuad Paşa’ya güvenip yönetimi onlara teslim etmişti. Bu yeni dönemin
başlangıcı Midhat Paşa’yı daha çok ön plana çıkarmıştı. 1861 yılında sorunlu
bir vilayet olan Niş valiliğine getirilen Midhat Paşa burada yollar, köprüler
inşa etmiş ve güvenliği sağlamıştır. Bölgenin ekonomik yapısına olumlu yönde katkıları
olan Midhat Paşa, muhacirlerin iskânı ve eğitim konularında da başarılı sonuçlar
elde etmiştir.[24]
Hatta
o günlerde sadece Osmanlı’nın değil tüm Avrupa’nın en büyük valisi olarak
görülmüştür.[25]
Devrin karar vericileri Niş’te işlerin yoluna girdiğini görünce Midhat Paşa’yı bu
sefer Prizren’e vali olarak göndermişlerdir. Midhat Paşa burada da aynı
başarılarını sürdürmüş üç yıllık görevini tamamlamıştır.[26]
1864 Vilayet Nizamnamesi ve Tuna
Valiliği
Midhat
Paşa’nın mahalli idarelerdeki başarısı Ali ve Fuad Paşaların dikkatini çekmişti.
Bu arada önemli sorunlar kapıda bekliyordu. O sıralar Avrupa ülkeleri ve Rusya,
azınlık sorunlarını bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale
zemini arıyorlardı. O halde sorunlu mahalli yönetimlerde başarı ve güvenlik
sağlanırsa bu bahaneler de ortadan kalkabilirdi. Fuad Paşa Midhat Paşa’nın da
fikrini alarak hemen bir vilayet nizamnamesi hazırlattı.(1864) Bu nizamnameye
göre artık
eyaletlere vilayet denilecekti. Eyaletler birleştirip vilayeti oluşturacaktı. [27] Ayrıca
halk vilayet yönetimine etkin bir şekilde katılacak ve valilerin yetkisi
artacaktı. İlk pilot uygulama Rusçuk, Silistre, Vidin ve Niş vilayetlerinin
birleşmesiyle oluşan Tuna vilayeti oldu. Merkezi Rusçuk olan bu vilayetin
başına nizamnamenin oluşmasına katkı sağlayan Midhat Paşa getirildi. Burada da başarılı
bir yönetim sergileyen Midhat Paşa ziraatçiliği geliştirerek etkisi günümüze
kadar gelecek olan menafi-i umumiye sandıklarını kurdu. Öyle ki bu sandıklar
Ziraat Bankası’nın temeli sayılmaktadır. Bununla yetinmeyen Midhat Paşa Osmanlı
Devleti’nin ilk vilayet gazetesi olan Türkçe ve Bulgarca yayınlanan Tuna
gazetesini çıkardı.[28]
Pilot uyguma başarılı olunca benzer örnekler diğer vilayetlerde de uygulandı.
Bosna, Suriye ve Halep başta olmak üzere birçok vilayette gazeteler çıkartıldı.[29]
Midhat
Paşa sert ve disiplinli bir yönetim anlayışı içerisinde Tuna vilayetini idare
etmiş ve bugünkü Bulgaristan’ın temellerini atmıştır. Bunları yaparken etnik ve
dini ayırım gözetmemiştir.[30]
İş
yoğunluğunun dengeli bir şekilde dağıtmak amacıyla Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı
Adliyye kapatılıp yerine Şûrâ-yı Devlet ve Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye adlı iki
kurum kuruldu. Bu iki kurumdan biri olan Şura-yı Devlet’in başına getirilecek
en uygun kişi ise Midhat Paşa’dan başkası olamazdı.(1868) Burada metrik sistem,
vatandaşlık, madenler, emniyet sandığı ve sanayi mektebi gibi konular üzerinde
çalıştı.[31]
Ancak bir süre sonra Sadrazam Ali Paşa ile anlaşmazlığa düşerek İstanbul’dan
uzaklaştırıldı. Dönemin İngiliz Elçisi Sir Henri Elyot’a göre Ali Paşa, Midhat
Paşa’nın gücünün arttığını görünce onu Bağdat Valiliği’ne getirmiştir.[32] Midhat
Paşa böylece hem İstanbul’dan uzak duracak hem de Bağdat vilayetine faydası
dokunacaktı. Midhat Paşa’nın iyi bir mahalli yönetici olduğunu bilen üst düzey
karar vericiler böylece bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardı.
Bağdat Valiliği
Musul
ve Basra’nın da içinde yer aldığı Bağdat vilayetinde geniş yetkilerle donatılan
Midhat Paşa Arazi kanunnamesi ve Vilayet nizamnamesi kanunlarını burada da
uygulama fırsatı buldu. Ahsâ, Katîf, Katar, Necid ve Kuveyt’i[33]
birleştirilip Necid mutasarrıflığı adı altında Basra’ya bağladı.[34] Böylece
yerel birimleri tek bir merkez altında Osmanlı hâkimiyetine soktu. Bağdat gibi
vilayetlerde asayişi sağlamanın en iyi yolu aşiretlerle iyi anlaşabilmektir.
Bunu bilen Midhat Paşa aşiretleri devlet otoritesine bağlayarak Irak
topraklarının tapu ile dağıtılmasını sağladı.[35]
Böylece hem toprak anlaşmazlıkları ortadan kalkacak hem de asayiş sağlanacaktı.
Bu durum insanları toprağı işlemeğe itecek ve ziraat gelişecekti. Nitekim öyle
de oldu. Bağdat vilayetinde ziraat gelişti ayrıca imar ve inşa faaliyetleri
arttı.
Ticaretin
gelişmesinde nehirler ve limanlar çok büyük önem arz eder. Alıcı ve satıcı
arasındaki mesafeyi yani ulaşım yollarını düzenlemek ticarete canlılık getirir.
Bunların farkında olan Midhat Paşa Dicle ve Fırat’ta vapur işletmeciliği
düzenleyerek yola koyuldu. Ayrıca Basra tersanesinde de bir takım yenilikler
yaptı.[36]
Bunlara ek olarak yeni hastane, sivil ve askeri okullar açarak hem ticarete hem
de sosyal hayata can verdi. İlkleri
seven Midhat Paşa yine bir ilki yaparak vilayetin ilk resmi gazetesi olan
ez-Zevrâ’yı Türkçe ve Arapça olarak yayınladı.[37]
İlk Sadrazamlık Görevi ve
Azledilişi
Sadrazam
Ali Paşa’nın ölümü Midhat Paşa için bir kilometre taşıdır.(1871) Zira Ali Paşa
ölünce iktidar, Rus yanlısı ve Tanzimat karşıtı olarak bilinen Mahmud Nedim
Paşa’nın eline geçti. Midhat Paşa, meydanı boş bırakmamak için İstanbul’a geri
döndü. Muhaliflerin umudu olan Midhat
Paşa iktidar tarafından İstanbul’da tutulamazdı. Hemen Erzurum valiliğine tayin
edilse de bu gerçekleşmedi. Ardından Edirne valiliğine tayin edildi ise de daha
oraya varmadan padişahın huzuruna çağırıldı. Bu arada Sadrazam Mahmud Nedim
Paşa’dan şikâyetçi olanlar bu durumu sürekli padişaha iletiyorlardı. Midhat
Paşa da Mahmud Nedim Paşa’yı kötüleyerek kendini sadrazam yaptırmayı başardı. (31
Temmuz 1872)[38]
Midhat paşa bu dönemde Abdülaziz’in despotik etkisini en aza indirmeye çalışmış
ayrıca demiryolu ve telgraf gibi çağdaş projelerle uğraşmıştı.[39]
Ancak Rusya’nın baskısı ve idari anlaşmazlıklar yüzünden daha üç ay bile
dolmadan Sadrazamlık görevine son verilmişti.[40]
Selanik Valiliği ve Muhalefet
Mücadelesi
Midhat
Paşa için 1876 Mayıs ayına kadar sürecek olan geri planda kalma dönemi başladı.
Bu süre zarfında biraz da mecburiyetten bir takım idari görevlere getirdi. Mart
1873 yılında Adliye Nazırı, Ekim 1873 yılında ise Selanik Valiliği’ne
getirildi.[41]
Osmanlı
Devleti’nin içine düştüğü mali ve idari sıkıntıları dert edinen Midhat Paşa
kurtuluşu Meclis-i Mebusan’ın açılmasında görüyordu. Hatta bu sıkıntılı
durumlardan kurtulmak için bir layiha hazırladığı iddia ediliyordu.[42]
İşte bu iddialar Midhat Paşa’nın bir oraya bir buraya sürüklenmesine yol
açıyordu. Son olarak Selanik valiliğinden de alınınca Şubat 1874’te İstanbul’a
dönerek kendini bağ bahçe işlerine verdi. [43]Ağustos
1875 yılında, üstelik te Mahmud Nedim Paşa kabinesinde tekrar Adliye Nazırlığına
getirilmesi ülkenin düştüğü durumu göstermesi açısından ibretlik bir hadiseydi.
Midhat Paşa gibi yetenekli insan sayısı çok azdı. Neticede oklar dönüp dolaşıp tekrar
Midhat Paşa’yı gösteriyordu. Ancak yaklaşık üç ay sonra o da bu duruma isyan edecek
ve görevinden istifa edecekti.
Sultan Abdülaziz’in Tahttan
İndirilişi ve Ölümü
İstanbul’da
muhalif sesler yükseliyordu. Nitekim 1876 yılının 10-11 Mayıs’ında medrese
öğrencileri protesto gösterileri düzenledi. [44]
Hatta Midhat Paşa’nın bu gösterilerde payı olduğu düşünüldü.[45] Zaten
Midhat Paşa Abdülaziz’in tahttan indirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ona göre
Abdülaziz kanunsuz olarak devleti yönetmek istiyordu ayrıca iktidarı Mahmud
Nedim Paşa’ya vererek Rumeli’nin Rusya’nın eline düşmesine neden olmuştu.
Midhat Paşa ayrıca hazırladığı layihaların Abdülaziz’in eline geçmediğini iddia
ediyordu.[46]
Kısa
bir süre sonra Mahmud Nedim Paşa kabinesini düştü. Midhat Paşa, Mütercim Mehmed
Rüştü Paşa kabinesinde önce Mecâlis-i Âliye memuriyetine, ardından ikinci defa
Şûrâ-yı Devlet reisliğine getirildi.[47]
Ancak ne yapılırsa yapılsın kurtuluşa giden yol bulunamıyordu. Aslında niyet
belliydi. Anayasa ve parlamento fikrinin önündeki en büyük engel Padişahtı.
Nitekim veliaht Murad ile temas kurulduktan ve meşrutî bir idareye engel
olmayacağına dair söz alındıktan sonra Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa, Serasker
Hüseyin Avni Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ve Midhat Paşa’nın başını çektiği
“erkân-ı hal‘” Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdi (30 Mayıs 1876).[48]
Darbeyi
gerçekleştirenler kendi aralarında bazı düşünce ayrılıklarına girdiler. Meclise
gerek olmadığını düşünen bile vardı. Bu arada azledilen Sultan Abdülaziz’in
şüpheli ölümü ortalığı daha çok karıştırmıştı.(4 Haziran
1876’da) Makasla iki eli kesilmiş halde
bulunan Sultan Abdülaziz ilk görünüşte intihar etmiş gibi görünüyordu. Nitekim
yabancı ve Türk doktorlar raporlarında olayı intihar olarak belirtmişti.[49] Midhat
Paşa Abdülaziz’in ölümünü geç öğrenmiş ve olay yerine herkesten sonra
varabilmişti.
Serasker
Hüseyin Avni Paşa’nın, Abdülaziz’in intikamını almak isteyen Çerkez Hasan adlı
bir subay tarafından öldürülmesi ortalığı daha çok karıştırmıştı.[50]
Her yer saman alevi gibiydi. Bir başka alev de Balkanlardaydı. Oradaki isyanlar
da durdurulamıyordu. Devlet yöneticileri ise kendi aralarında kavga ediyordu.
Bütün bu koşullar Kanuni-Esasi’nin bir an önce bitirilmesi gerektiğini
gösteriyordu.
V.
Murad’ın akıl sağlığı iyi değildi. Zira Sultan Abdülaziz’in başına gelenler
belliydi. Onun da başına aynı şeyler gelebilirdi. Nitekim akıl sağlığını
yitiren V. Murad’ın bu durumu karşısında Midhat Paşa ve ekibi çaresiz kaldı.
Hatta o günlerde tüm Osmanlı sülalesinin bir ziyafete davet edilip tamamen
ortadan kaldırılacağı bile iddia edildi. II. Abdülhamid’in de bu durumu önceden
haber alıp ziyafete katılmadığı ve bu nedenle planın uygulanamadığı gibi
iddialar Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Kral Abdullah’a ait olsa da o dönem
Tanzimatçılara bakış açısını bilmek anlamında önemlidir.[51]
Akıl
sağlığı gitgide bozulan V.Murad azledildi. Ancak bu azledilişten önce II.
Abdülhamid’den gayrı resmi olarak meşruti yönetime ses çıkarmayacağı sözü
alındı. Böylece 31 Ağustos 1876’da II. Abdülhamid dönemi başlamış oldu.
II. Abdülhamid Dönemi ve Kanun-i Esasi
Bu
karışık ortamda muhafazakâr Tanzimatçı denilen bir grup daha vardı. Bu grup
yenilikçi olmakla beraber katı değişimleri istemiyordu. Cevdet Paşa da
bunlardan biriydi. II. Abdülhamid’e desteğini sunan Cevdet Paşa ve Midhat Paşa
gibiler arasında Kanuni- Esasi’nin metinleri yüzünden sert tartışmalar yaşandı.
Bu sırada Kanun-i Esasiye karşı gelen Mütercim Rüşdü Paşa istifa etti. Yerine
Midhat Paşa getirildi. Tam o sıralar İstanbul’da Balkan meselelerini görüşmek
üzere büyük devletlerin elçilerinin de katılacağı bir toplantı düzenlenecekti.
İşte bu toplantı gerçekleşmeden Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesi gerekiyordu.
Midhat Paşa’nın sadrazam olması ile de yabancılara olumlu mesaj verilecekti. Böylece
batılı devletlere ve azınlıklara büyük tavizler verilmeyecekti.
Tersane
Konferansı için 23 Aralık 1976’da İstanbul’da toplanıldı. İşte tam da o gün
Meşrutiyet ilan edildi. Midhat Paşa bu anayasa ile birlikte Osmanlıcılık
anlayışının ön plana çıktığı ayrıca etnik ve dini ayrılıkların olmadığı bir imparatorluk
vaat ediyordu. Öyle görülüyordu ki Kanun-i Esasi’nin ilanı yabancıların pek ilgisini
çekmemişti. Oysa Midhat Paşa bu konferansın yapılmasına bile gerek duymuyordu. Oysa
İngiltere’nin desteğini alan Rusya Osmanlı Devleti’nden yapmasını istediği
maddeleri artarda sıralıyordu. Midhat paşa durumu kurtarmak için İngiliz
elçisiyle özel bir görüşme gerçekleştirse de işe yaramamıştı. Sonunda Meclis-i
Mebusan toplanmak zorunda kalmıştı. Rusya tarafından talep edilen maddeler
görüşülecekti. İçinde gayrimüslimlerinde olduğu Mebusan Meclisi 18 Ocak 1877’de
tüm önerileri reddetti. Artık ok yaydan çıkmış ve savaş çanları çalmaya
başlamıştı.
93 Rus Harbi ve II. Abdülhamid Tarafından
Avrupa’ya Sürgün Edilişi
Koşulların
ağırlaşması ve üstelik savaş tehlikesinin yaklaştığı böyle bir ortamda Midhat
Paşa şimşekleri üzerine çekti. Padişahı hiçe sayan davranışları ve bağımsız
hareket etmesi ayrıca cumhuriyeti getireceği ve diktatörlük kuracağı
söylentileri ayyuka çıktı. Gönüllü milis askerleri toplaması da bunun somut bir
örneğiydi. Bardağı taşıran son damla 30 Ocak 1877’de teamüllere aykırı bir
şekilde padişaha yazmış olduğu tezkireydi.[52] Bu
tezkirede II. Abdülhamid’i devleti yıkmaya çalışmakla bile suçladı. Sadrazamlık
görevinden azlini istedi.[53] Konağına
çekilen Midhat Paşa, padişahın davetlerini geri çeviriyordu. II. Abdülhamid Kanun-i
Esasi’nin 113.maddesine dayanarak Midhat Paşa’yı azletti ve yurt dışına sürdü. (5
Şubat 1877) Böylece Midhat Paşa kendi hazırladığı anayasanın kurbanı oldu.
Midhat
Paşa sürgün dönemini İtalya, İspanya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’de
geçirdi. Nisan 1877’de başlayan Rus harbine karşı Osmanlı Devleti’ni Avrupa’ya
karşı savundu. Savaş döneminde II. Abdülhamid’e karşı muhalefet etmekten
sakındı. Yaşanan Rusya mağlubiyetin ardından II. Abdülhamid onun yurt dışında olmasını
tehlikeli buldu. Zira jurnaller tarafından V. Murad’ı tekrar tahta oturtmak
istediği haberleri yayılıyordu. [54]
II. Abdülhamid Midhat Paşa’yı affettiğini bildirip onu yurda davet etti. O da
dostlarının tüm uyarılarına rağmen bu daveti kabul etti.
Suriye ve Aydın Valiliği,
Tutuklanması
Girit’e
yerleşme izni alan Midhat Paşa ailesiyle birlikte Kasım 1878’de Girit’e geldi.
Yaklaşık üç ay sonra Suriye valiliğine getirildi. Burada da başarılı işler
gerçekleştirdi. Cebelinusayriye kazasını kurdu, zaptiye teşkilâtını yeniledi,
mahkemelerin sayısının arttırdı ve hac organizasyonuyla ilgili düzenlemeler
yaptı.[55]
Ancak mahkemelerin idari yapıdan bağımsızlaşmasına karşı gelerek merkezle
arasını tekrar bozdu. Bu arada Şam ve Beyrut sokaklarında ihtilalci ilanların
dolaşması zaten güvenilmeyen Midhat Paşa’yla iyice ipleri kopardı. II.
Abdülhamid kendisinden şüphelenmesine rağmen sanki hiç şüphelenmemiş gibi
davrandı.[56]
Yine de jurnallerin kendisi aleyhinde çalıştığını bilen Midhat Paşa iki defa
istifa etmeye kalksa da kabul görmedi. Geçici bir çözüm olarak Ağustos 1880’de
Aydın Valisi Ahmed Hamdi Paşa ile yeri değiştirildi.[57]
Aydın
valiliği sırasında Temmuz 1880’de gerçekleşen İzmir depremi ve Nisan 1981’de
gerçekleşen Sakız Adası depreminin yarattığı olumsuzluklar Midhat Paşa’yı
meşgul etti. Başarılı organizasyonlarla depremlerin verdiği zararları en aza
indiren Midhat Paşa burada da o bilindik yönetim tarzını sergiledi. İmar ve
bayındırlık işleri, polis ve jandarma teşkilatlarının oluşturulması bunlardan
bazılarıydı. Bu arada İstanbul’da kendisine yönelik muhalif güçler padişahı
etkisi altına almıştı. Sultan Abdülaziz’in intihar etmediği ve öldürüldüğü öne
sürülüyor ve bu işte Midhat Paşa’nın da parmağı olduğu söylentisi yayılıyordu. Her
defasında yurt dışına kaçması gerektiği tavsiye edilen Midhat Paşa bu
tavsiyeleri reddediyor ve padişaha suçsuz olduğunu belirten yazılar yazıyordu. Ancak
sonunda beklenen oldu ve tutuklanmasına karar verildi. Tutuklanacağı sırada
Fransa Konsolosluğuna sığındı. Fransa ile yapılan müzakerelerle güvence verilen
Midhat Paşa’yı teslim alan kişi Adliye Nazırı Ahmet Cevdet Paşa’dan başkası
değildi.[58]
Bu arada ‘Midhat Paşa'nın Son Günleri’ adlı risalenin yazarı E. Faik,
Fransa’nın Midhat Paşa’yı bir takım pazarlıklar sonucu verdiğini ve Tunus
konusunda taviz kopardığını iddia eder. [59]
Hatta bu konuda konuşan eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in, “Verin Midhat
Paşa'yı alın Tunus'u!” dediği kaydedilmiştir.[60]
Tunus’un Türklere kızgın olmasının altında yatan sebeplerin başında da Midhat
Paşa meselesi olduğu iddia edilir.
Yıldız Mahkemesinde Yargılanması,
Tâif’e Sürgün Edilmesi ve Ölümü
1881
Haziran ayında Yıldız Mahkemesi’nde kurulan özel bir mahkemeyle Sultan
Abdülaziz’in şüpheli ölümü ile ilgili yargılanmalara başlandı. Başta heyet başkanı
Ali Sürûrî Efendi olmak üzere hâkimlerin Midhat Paşa muhaliflerinden seçilmesi
sarayın niyetini daha başından belli ediyordu. Öyle ki sorgulamaların işkence
alında yapılması bir intikam duygusuyla hareket edildiğinin en büyük ispatıydı.[61] İdam
edilmesine karar verilen Midhat Paşa’nın cezası yurt dışındaki tepkilerden
çekinen II. Abdülhamid tarafından ömür boyu hapse çevrildi. Nitekim bu konu
hakkında Londra gazetelerine konuşan o dönemin İngiliz Elçisi Sir Henri Eliot
verdiği demeçte Midhat Paşa’nın suçsuz olduğunu, Yıldız mahkemesinin de II. Abdülhamid
tarafından gücü tek başına ele geçirmek ve muhalifleri yok etmek için kurduğu
bir düzmece olduğunu söyledi.[62] Midhat
Paşa sürgün ve hapis cezasını çekmek için Temmuz 1881’de Tâif’e gönderilmek
üzere vapurla yola çıktı. İlginç olan Midhat Paşa ve beraberindekiler vapurla
Cidde’ye yanaştıklarında askerlerin onlara saygı duruşunda bulunmasıydı.[63]
Bu durum Midhat Paşa etkisinin hala sürdüğünü gösteriyordu. Tâif’te dış
dünyadan tecrit edilen Midhat Paşa’nın zaman zaman hapisten kaçtığı iddiaları
çıksa da bunlar Midhat Paşa’yı sevenlerin birer rüyası ve ondan nefret
edenlerin II. Abdülhamid’e karşı kullandıkları koz olmaktan öteye geçememiştir.
Midhat Paşa’yı kaçırmak isteyenler olsa da bu mümkün olmamıştır. Midhat Paşa’yı
sevenler yabancı devletlerden bu konuda yardım istese de bu talepler olumsuz
sonuçlanmıştır. Hatta Fransa’nın Cidde Viskonsolosu Lostalot, Dışişleri Bakanı
Duclerc’e gönderdiği 4 Ocak 1883 tarihli bir şifrede, Midhat Paşa ve iki suç
ortağının kaçmasına yardım etmesi için ona teklifler yapıldığını ama
reddettiğini, ancak menfaatleri icap ederse Midhat Paşa’nın kaçmasına yardım
edebileceğini iletmiştir.[64]
Yaşadığı
ağır şartları ve kötü muameleyi anlatmak için sonradan oğlu Ali Haydar Midhat
tarafından hatıraları yayınlandı. Son günlerini ibadetlerle geçiren Midhat Paşa
7-8
Mayıs 1884 gecesi hücresinde boğularak öldürüldü.[65] Gerçekten
ölüp ölmediği Yıldız Sarayı tarafından soruşturuldu Bu durum Midhat Paşa’nın ne
kadar büyük bir tehlike olduğunu gösteriyordu. Kayıtlara şirpençe hastalığı
yüzünden öldüğü geçildi.[66]
Ölüm
haberi İzmir’de bulunan oğlu Ali Haydar’a, iki kızı ve iki eşine bildirildi.[67]
Midhat Paşa’nın kemikleri 1951’de Tâif’ten İstanbul’a getirilip Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın katıldığı bir törenle Âbideihürriyet Meydanı’nda yaptırılan
mezara konuldu.[68]
II.
Abdülhamid ‘in 33 yıl süren istibdat döneminin önünü açan en büyük olay Midhat
Paşa’nın saf dışı edilmesiydi. Meşrutiyetin en büyük temsilcisi Midhat Paşa
tarih sahnesinden çekilince II. Abdülhamid’in önünde artık kayda değer bir
engel kalmamıştır.
Sonuç
Midhat
Paşa hakkında çok şey söylenir. Kimilerine göre o bir cumhuriyetçi, kimilerine
göre İslamcı, kimilerine göre Türkçü, kimilerine göre de Osmanlıcıydı. Saltanat
düşmanı bile diyen vardı. Hatta Kanuni-Esasi’yi Türk milliyetçiliği esasına
göre kurmuş olduğu ve Osmanlı tebaasını Osmanlılık adı altında Türkleştirmek
istediği bile söylenmişti.[69]
Aslında yaptıklarına bakılırsa onun aslında bir Osmanlıcı, meşveretçi ve adem-i
merkeziyetçi olduğu anlaşılır. Ayrıca o iyi bir teşkilatçıydı.
Midhat
Paşa ilginç bir şekilde ne tercüme odasından ne de Enderun’dan yetişmedir. O
direk taşrada yetişmiş ve oradan aldığı tecrübelerle devlet kurumlarında
çalışmaya başlamıştır. Gittiği yerlerdeki üstün başarılarıyla sadrazamlık
rütbesine kadar erişmesini bilmiştir. Ancak iyi bir yerel
idareci olmasının yanında iyi bir devlet yöneticisi olamamıştır.
Midhat
Paşa, batı devletleri ve Rusya baskısının en çok hissedildiği 1876 yılında
Kanun-i Esasi gibi devrim niteliği taşıyan bir anayasa metnini hazırlayarak II.
Abdülhamid’e zorla da olsa kabul ettirmiş ancak meşhur 113.maddeyi metinden
çıkaramamıştı. Padişaha sürgün yetkisi veren bu madde Midhat Paşa’nın sonunu
getirecek ve istenilen Meşrutiyet yönetimi için 33 yıl daha beklemek
gerekecekti.
KAYNAKÇA:
Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, Haz.: Yusuf Halaçoğlu, Çağrı
Yayınları, İstanbul,1980.
Atatürk
İmparatorluktan Milli Devlete 1.Bölüm(Belgesel), TRT, 1985. http://www.trtarsiv.com/izle/108033/mithat-pasa-nin-2-abdulhamid-e-yazdigi-mektup,
(ET: 18.10.2017).
Bekir Koç, Midhat Paşa(1822-1884), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD, DT, Ankara 2002.
Bekir
Sıtkı Baykal, Mithat Paşa Siyasi ve İdari
Şahsiyeti, T.C. Ziraat Bankası 100. Kuruluş Yılı Armağan ı, Ankara, Kıral
Matbaası, 1964.
Bilal
N. ŞİMŞİR, Fransız Belgelerine Göre
Midhat Paşa’nın Sonu (1878-1884), Ayyıldız Matbaası, Ankara 1970.
Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, “Midhat Paşa”, İslam Ansiklopedisi, 2005, C.30.
İbnülemin
Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son
Sadrazamlar, C.I, İstanbul 1955.
İlber
Ortaylı, Türkiye’nin Yakın Tarihi,
Timaş Yayınları, 2017.
İlker
Alptekin, Midhat Paşa’nın Niş
Valiliği(1861-1864), Niğde Üni. Sosyal Bilimler Ens., YLT, Niğde 2011.
İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Midhat ve Rüştü
Paşaların tevkiflerine dair vesikalar, TTK Yayınları. Ankara 1987.
İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız
Mahkemesi, TTK Yayınları VII.Seri No:53, Ankara 1967.
İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Tâif
Mahkumları, TTK Yayınları VII.Seri No:18, Ankara 1950.
Kral
Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden ihanet
ettik?”, Klasik Yayınları, İstanbul, 2006.
Midhat
Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın Hatıraları-I-Hayatım
İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul
1997.
Milliyet Gazetesi,
27.06.1951.
M.
Tayyib Gökbilgin, “'Midhat Paşa”, İslam
Ansiklopedisi, C.8, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı 1979.
Murat
Çulcu, İttihat ve Terakki, E
yayınları, 2011.
Yusuf
Akçura, ”Darülhilafet’ten IV”, Vakit
Gazetesi, 13 Temmuz 1909.
Yusuf
Akçura, ”Genç Osmanlılarda Faaliyet”, Tercüman
Gazetesi, 11 Temmuz 1908.
[1] Yusuf Akçura,
”Darülhilafet’ten IV”, Vakit Gazetesi,
13 Temmuz 1909.
[2] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, “Midhat Paşa”, İslam Ansiklopedisi, 2005, C:30, s.7-11.
[3] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[4] A.g.a.
[5] Bekir
Koç, Midhat Paşa(1822-1884), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD, DT, Ankara 2002, s.7.
[6] İlker Alptekin, “Midhat Paşa’nın Niş
Valiliği(1861-1864)”, Niğde Üni. Sosyal Bilimler Ens. , Niğde 2011, YLT, s.11.
[7] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[8] A.g.a.
[9] A.g.a.
[10] İlker
Alptekin, a.g.t., s.11.
[11] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[12] Bekir
Sıtkı Baykal, Mithat Paşa Siyasi ve İdari
Şahsiyeti, T.C. Ziraat Bankası 100. Kuruluş Yılı
Armağan ı, Ankara, Kıral Matbaası, 1964. s.10.
[13] Bekir
Koç, a.g.t., s.11-12.
[14] Midhat
Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın
Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel
Yayınları, İstanbul 1997.s.21.
[15] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[16] Midhat
Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın
Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel
Yayınları, İstanbul 1997.s.22.
[17] Bekir
Koç, a.g.t., s.2.
[18] Bekir
Koç, a.g.t., s.2.
[19] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[20] Bekir
Koç, a.g.t., s.11.
[21] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, Midhat Paşa, a.g.a.
[22] Bekir
Koç, a.g.t., s.12.
[23] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, Midhat Paşa, a.g.a.
[24] İlker
Alptekin, a.g.t., Özet.
[25] İlber
Ortaylı, Türkiye’nin Yakın Tarihi,
Timaş Yayınları, 2017, s. 17.
[26] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[27] Ahmed
Cevdet Paşa, Maruzat, Haz.: Yusuf
Halaçoğlu, Çağrı Yayınları, İstanbul,1980, s.111.
[28] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[29] A.g.a.
[30] Bekir
Sıtkı Baykal, a.g.e., s.23.
[31] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[32] İbnülemin
Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son
Sadrazamlar, C.I, İstanbul 1955, s.322.
[33] Kuveyt
kaza statüsünde Necid mutasarraflığına bağlanmıştır.
[34] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[35] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[36] A.g.a.
[37] A.g.a.
[38] M.Tayyib
Gökbilgin, ''Midhat Paşa'', İslam
Ansiklopedisi (İA), C:8, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı, 1979, s.275-282.
[39] Bekir
Koç, a.g.t., s.4.
[40] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[41] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[42] A.g.a.
[43] A.g.a.
[44] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[45] A.g.a.
[46] A.g.a.
[47] A.g.a.
[48] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[49] Midhat
Paşa, Tabsıra-i İbret-Midhat Paşa’nın
Hatıraları-I-Hayatım İbret Olsun C.I, Haz.: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel
Yayınları, İstanbul 1997.s.193.
[50] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[51] Kral
Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden ihanet
ettik?, Klasik Yayınları, İstanbul, 2006, s.15.
[52] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[53]Atatürk İmparatorluktan Milli Devlete
1.Bölüm(Belgesel), TRT, 1985. http://www.trtarsiv.com/izle/108033/mithat-pasa-nin-2-abdulhamid-e-yazdigi-mektup,
(ET: 18.10.2017).
[54] İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Tâif
Mahkumları, TTK Yayınları VII.Seri No:18, Ankara 1950, s.2.
[55] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[56] İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.3.
[57] A.g.e., s.3.
[58] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.,
[59] Murat
Çulcu, İttihat ve Terakki, E
yayınları, 2011, s.97.
[60] A.g.e., s.97(I nolu dipnot).
[61] İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız
Mahkemesi, TTK Yayınları VII.Seri No:53, Ankara 1967, önsöz.
[62] İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e.
[63] Bilal
N. ŞİMŞİR, Fransız Belgelerine Göre
Midhat Paşa’nın Sonu (1878-1884),Ankara 1970.
[64] Bilal
N. ŞİMŞİR, a.g.e.
[65] Bekir
Koç, a.g.t., s.4.
[66] Gökhan
Çetinsaya - Ş. Tufan Buzpınar, a.g.a.
[67] A.g.a.
[68] Milliyet Gazetesi, 27.06.1951.
[69] Yusuf
Akçura, “Genç Osmanlılarda Faaliyet”, Tercüman
Gazetesi, 11 Temmuz 1908.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder