Milli
mücadele döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkların durumunu anlamak
için ilk önce azınlık kavramını bilmek ve geçmişe uzanmak gerekir. “Toplumun genel yapısından ırk, dil, din ve
kültür olarak ayrılan ve nüfusa oranla küçük bir kamu vicdanında şekillenmiş
topluluklara azınlık denir.”[1]
Bir başka tanıma göre ise; “Bir
toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olan”
topluluklara azınlık denmektedir.[2]
Osmanlı
Devleti gelişip büyüdükçe büyük bir imparatorluğa dönüşmüş ve doğal olarak çok
uluslu halkları bünyesinde toplamıştır. Kurucu unsuru Türk ve Müslüman olan
Osmanlı Devleti mecburen bir azınlık politikası uygulamak zorundaydı. Aslında
geçmişten kalan İslam geleneği sayesinde bu duruma ayak uydurmada zorluk
yaşamamıştı.
İslam geleneğini devam ettiren Osmanlı Devleti bu sayede “millet sistemi” denilen bir sistem geliştirmişti. Dolayısıyla Osmanlı’da azınlıkların durumunu anlamak için ilk önce İslam’ın azınlık anlayışını bilmek önemlidir.
İslam geleneğini devam ettiren Osmanlı Devleti bu sayede “millet sistemi” denilen bir sistem geliştirmişti. Dolayısıyla Osmanlı’da azınlıkların durumunu anlamak için ilk önce İslam’ın azınlık anlayışını bilmek önemlidir.
İslami
anlayışa göre devlete mensup topluluklar ya Müslüman ya da Gayrimüslimdir. İslam
devlet geleneğine göre Gayrimüslimler belirli şartlara uyarlarsa canı ve malı
devlet tarafından garanti altına alınır. Bu şartlardan en belirgini Gayrimüslimlerden
cizye, haraç gibi vergiler almaktır. Buna karşılık Gayrimüslimler çoğunlukla
askere alınmaz, yüksek devlet görevlerinde bulunmazdı. Ancak bazen bakan olarak
atanmaları meşru görülürdü.[3]
Müslümanlara uygulanan şer’i kanunlar onlara uygulanmazdı. Sosyal ve dini
yaşantılarında kendi yaşamlarını düzenleme hakları vardı.[4]
Gayrimüslimlerin
kendi yaşantılarını düzenleme hakkına karşılık olarak onlar da bazı
kısıtlamalara maruz kalırdı. Bunlardan en belirgini Müslümanlardan ayrı kıyafetler
giyinmek zorunda olmaları idi. Osmanlı’da bu kural özellikle klasik dönemde
uygulanmıştır. Ancak bu her zaman önemsenen bir kural olmamıştır. Gayrimüslimlerin
Müslümanlardan farklı olarak kendi kıyafetlerini giymeleri aslında onların
kültür ve adetlerini korumaya devam edebilmeleri anlamına da geliyordu.[5] Osmanlı
Devleti zaman zaman Gayrimüslimlere kısıtlamalar getirse de bu durum hiçbir zaman
istikrarlı baskıcı bir politikaya dönüşmemiştir.
Osmanlı Döneminde Azınlıklar
Osmanlı
İmparatorluğunun büyüyüp gelişmesiyle nüfus giderek çeşitlenmiş ve azınlıklar
çoğalmıştı. Ermeniler, Gürcüler, Latinler, Süryaniler, Keldaniler, Marunîler,
Kıptiler, Rumlar, Pavlakiler, Selikianlar, Bogomiller, Gregoryenler,
Nesturiler, Yakubi Süryaniler, Melkitler, Rabbaniler, Karailer, Samir’iler ve
son olarak Sabiiler, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşamış azınlıklardandı.[6]
Ancak Osmanlı’da azınlık denince ağırlıklı olarak Rum, Ermeni ve Yahudilerden
bahsedilirdi. Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin başında, doğrudan doğruya
padişaha bağlı din adamları bulunurdu. Bu azınlıklar eğitim, nüfus ve dini
işlerde kendi kendilerini yönetiyorlardı. Bu özerklik sayesinde uzun yıllar
Osmanlı barışından söz etmek mümkündür. Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar ve
Araplar ise devletin gerçek sahibi olarak kabul edilirdi.[7]
Esasen
Fransız İhtilali’nden önce Osmanlı topraklarında azınlık sorunundan söz etmek
zordur. Zira azınlıklar avantajlı konumlarını her daim sürdürmüşlerdi. Gayrimüslimler
askere alınmamaları ve çoğunlukla devlet memurluğu yapamamaları nedeniyle
ticarete yönelmişler ve bu yolla rahat kazanç sağlamışlardı. Nitekim XIX.
yüzyılda Osmanlı’nın gerilemesine paralel olarak sanayi devriminin tetiklediği
bankacılık sisteminin yaygınlaşmasıyla Gayrimüslimler ticarette ilerlemiş,
böylece kendi içlerinde küçük bir burjuva sınıfı yaratmışlardı. Ünlü Galata
bankerleri bu dönemde ortaya çıkmıştı. Azınlıkların Fransız İhtilali’nin
yaydığı milliyetçi düşüncelerden etkilenmesi büyük devletlerin Osmanlı’nın iç
işlerine müdahale etmesine yol açmıştı. Azınlık sorunu işte böyle bir ortamda başlamıştı.
Osmanlı Devleti’ni bölmeye ve sonunda da yıkmaya kadar götüren sebeplerin başında
da bu sorun geliyordu. Meclis-i Mebusan’da Gayrimüslimlerin dil, kültür, eğitim
gibi konularda geniş özerklik talep etmeleri üzerine, Müslüman mebusların “Bu tür istekler, devleti dağıtır. Hepimiz
Osmanlı değil miyiz?” sözleriyle karşılık vermesi aslında geleceğin bir
işaretiydi.
Osmanlı
Beyliği kurulduğu yer ve coğrafi sebeplerden dolayı daha çok Rumlarla temas etmişti.
Bizans İmparatorluğu ile komşu olan Osmanlı Beyliği, zamanla fetih
hareketlerini Rumeli ve Balkanlara kadar genişletmiş, böylece Rumların bol
olduğu yerlerde hâkimiyet kurmuştu. İstanbul’un fethedilmesiyle bu durum doruk
noktasına ulaşmıştı.
Osmanlı’da
Bulgarlar ve Sırplar da eğer Ortodoks mezhebindense Rum sayılıyordu. Rumlar Osmanlı’nın en ayrıcalıklı azınlık
grubuydu. Özellikle Fatih Sultan Mehmed, Ortodoks Rumlara ayrı bir imtina
göstermişti. Fener Rum Patrikhanesinin azınlıklar içinde hatırı sayılır bir
gücü vardı. Hala daha Ortodoksların ruhani lideri Patrik’in makamı 1602’den
beri İstanbul Fener semtinde bulunan Aya Yorgi kilisesidir.[8]
Osmanlı Devleti’nin hoşgörü siyaseti sayesinde bu tür kiliselerde ibadet ve
ayinler yapılabiliyordu. Ancak 1657’de Patrik III. Parthanios padişaha karşı
bir ihtilâle giriştiği anlaşılınca idam edilmişti. Bu olay olumsuz gelişmelerin
başlangıcıydı. Rumların bağımsızlık hareketinin temeli aslında 1774 Küçük
Kaynarca Anlaşması’na dayanır. Çünkü bu tarihten sonra Ruslar Ortodoksların
himayesini üstlenmişti.[9]
Böylece talepleri bitmeyen ve sürekli isyan eden azınlık anlayışı ortaya çıkmıştı.
Rumların
ticaret hayatında zenginleşmeleri, azınlık okulları açmaları ve yabancı
devletlerin himayelerine girmeleri onların bağımsızlık fikirlerini güçlendirmişti.
Rumlara ait cemaat okullarında 1814 yılında kurulan Etnik-i Eterya Cemiyeti’nin
etkisi vardı.[10]
1821 Mora’daki isyanda rolü olduğu gerekçesiyle Patrik II. Gregorios’un idam
edilmesi Rumlarla ipleri iyice koparacaktı.
1827’de
Rus-Fransız-İngiliz donanmaları Navarin baskınıyla Osmanlı donanmasını
neredeyse yok etti. 1829 Rusya ile çıkan savaş nedeniyle de Ruslarla Edirne
Anlaşması yapıldı. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın
bağımsızlığını tanınmak zorunda kaldı.1850’li yılların ortalarında Anadolu’da
Hellenlik şuuru çok fazlaydı. Yunanistan’da eğitim görmüş doktor, öğretmen gibi
Rumlar, Anadolu’ya gelip Rum okulları ve hastanelerinde çalışıyordu.[11]
Ermenilerle
olan ilişkilere gelindiğinde, Anadolu’da Ermenilerle olan ilk temasın Anadolu
Selçuklular tarafından sağlandığını görüyoruz. Anadolu Selçuklu döneminde Ermenilerle ilişkiler çok iyi
seviyedeydi. Selçuklu hükümdarları, Hristiyan kadınlarla evleniyor ayrıca
Ermeni patriklere hürmet gösteriyorlardı. Bu döneme Ermeni-Türk ilişkileri bağlamında
hoşgörü ve yakınlaşma dönemi diyebiliriz.
Osmanlı
zamanında “millet-i sadıka” olarak adlandırılan Ermeniler ticari ve bürokrasi
hayatında etkindi. 1876 Berlin Anlaşmasına kadar da ilişkilerde bir sorun
görünmüyordu. Ancak bu anlaşmayla birlikte Avrupa bir “Ermeni Sorunu” öne sürdü.
Rumları etkileyen nedenlerin aynıları Ermenileri de etkilemiş, kurdukları
azınlık okulları ve Patrikhane sayesinde milliyetçi duygular artmıştı. Bu
amaçla birçok komite kurulmuştu. Özellikle Hınçak ve Taşnak komiteleri Doğu
Anadolu ve Klikya bölgelerinde bir çok katliam gerçekleştirmişlerdi.[12]
1885’de kurulan Armenekan Partisi ve 1887’de kurulan Hınçak Cemiyeti, başkenti
Erivan olan ve Doğu Anadolu’yu da içine alan büyük bir Ermeni Devleti kurmayı amaçlıyordu.
Armenekan Partisi’nin kurucusu Mıgırdıç Portakalyan, Ermeni okullarında
faaliyet göstermiş ve tüm Ermenilere milliyetçilik bilincini aşılayarak devlet
kurma fikrini savunmuştu.[13]Rusya’nın
desteği ile 1890’da Tiflis’te kurulan Taşnak Cemiyeti ise daha büyük bir
bölgede devlet kurma taraftarıydı. Onlara göre büyük Ermenistan’ın sınırları
Akdeniz’e kadar uzanmalıydı.[14] O
sıralar Ermeni Patriği Zaven’in “Büyük Ermenistan’ın başkenti Erzurum
olacaktır” sözü, büyük yankı uyandırmıştı.[15]
Ermeniler
1875 Berlin Anlaşması sürecinden sonra birçok ayaklanma ve olaylara karışmıştı.
Bunlardan en önemlileri Sasun İsyanı, Osmanlı Bankası vakası, Yıldız Suikastı
ve Zeytun isyanlarıydı. Bütün bu olaylardan sonra I.Dünya Savaşı patlak verince
Ermeni olaylarını en aza indirmek için Tehcir kanunu çıkartılmıştı.
Nüfus
olarak bakıldığında 1914 yılında Osmanlı topraklarında 12.997.459 Müslüman,
3.066.602
Gayrimüslim bulunuyordu. Bunlardan 1.553.619’u Rum, 1.212.973’ü
Ermeni, 130.595’i de Yahudi’ydi.[16]
Bu sayılar 1.Dünya Savaşı ve Milli
Mücadele’den sonra değişecekti. Özellikle Milli Mücadele döneminde azınlıkların
takındığı düşmanca tutumlar ileride yeni Türk devletinin radikal kararlar
almasına neden olacaktı.
Milli Mücadele Döneminde Azınlıklar
Milli
Mücadele döneminde başta Yunanistan olmak üzere diğer batılı devletler, Osmanlı
topraklarında yaşayan Rumları kışkırtmıştı. Böylece Rumlar tarafından Bizans
İmparatorluğunu yeniden diriltme politikası olan “Megalo İdea” düşüncesi
altında Mavri Mira, Helen Yardım Komitesi, Trakya Komitesi, Pontus-Rum Cemiyeti
gibi cemiyetler kurulmuştu. Bunlardan Mavri Mira Cemiyeti, Yunan Konsolosluğu
ve Fener Patrikhanesi himayesinde kurulmuştu. Kendisini Rum göçmenlere yardım
kurumu olarak tanıtan bu örgüt özellikle İstanbul’un işgal günlerinde Rum
gençlere silah eğitimi vermek, çeteler kurmak ve Türk köylerine baskınlar yapmak
gibi faaliyetlerde bulunmuştu. Hatta bu örgüte Ermeni Patriği Zaven Efendi de
yardım ediyordu. Rum-Ermeni işbirliği söz konusuydu. Yunan Kızılhaç’ı ve Resmi
Göçmenler Komisyonu da Mavri Mira Heyeti ile birlikteydi.[17] Rum
Okulları izci teşkilâtları gençlerini bir işgal ordusu gibi hazırlıyordu. Helen
Yardım Cemiyeti’nin amacı ise Rum nüfusunun az olduğu yerlerde Rumları belirli
yerlere toplamaktı. Trakya Komitesi ise
Trakya’nın Yunanistan’a ilhakı için çalışmış ve Türkleri yaşadıkları yerlerden
terk ettirmek için silahları faaliyetlere girişmişti. Pontus Rum Cemiyeti de
Amerikan ve İngiliz misyonerler yardımıyla Karadeniz’de bir Pontus-Rum Devleti
kurmak için elinden geleni yapmıştı. [18] Rize’de
para ile tutulan ve Gürcülerin menfaatine çalışan, Lazistan Selamet-i Milliye
Cemiyeti gibi cemiyetler de kurulmuştu.[19]
Rumların
tüm bu faaliyetlerinin manevi ve maddi lojistik merkezi ise yıllardır el
üstünde tutulan Patrikhane’ydi. Örneğin milli mücadele yıllarında Trabzon
metropoliti Hrisantos, Pontus davasını uluslararası arenaya taşıyan isim
olmuştu. Hatta 2 Mayıs 1919’da Paris Barış Konferansına bu konuyla ilgili bir
muhtıra sunmuş, bu muhtırada Doğu Karadeniz bölgesinde Rum nüfusun daha fazla
olduğunu iddia etmişti.[20]
Ancak Batılı devletler Trabzon’u kendileri için düşünüyordu. Bu nedenle Pontus-Rum
hayali gerçekleşememişti. Bunun üzerine Hrisantos, Trabzon’u Ermenilere
kaptırmamak için önceki iddialarının aksine bölgede Türk-Rum kardeşliği üzerinde
vurgular yapmaya başlamıştı.[21]
İzmir
metropoliti Hrisostomos ta Türkler aleyhine çalışmalar yapmıştı. İzmir’e çıkan
Yunan birliklerini dualarla karşılayan Hrisostomos, Yunan Kralı’na Bizans
Bayrağı teslim etmişti.[22]
Rumlar
işgal sırasında öldürme, tecavüz ve yağmaya katılmıştı. İki gün devam eden
katliam sonunda 5000’e yakın Türk öldürülmüştü.[23] İstanbul’daki
Rumlar da Türklere karşı adam dövme ve hırsızlık gibi suçlar işliyordu. Ancak
İngilizler bu olayların çoğunu görmüyordu.
Karadeniz
bölgesinde ise Rum çeteleri oluşmuştu. Türkler de milis güçlerle karşılık
vermeye çalışmıştı. Mustafa Kemal’in 9.Ordu Müfettişliği görevi de zaten
bununla ilgiliydi. Türklerin direnişini durdurmak ve Rumların bölgeye hâkim
olmasını sağlamak tabii ki Mustafa Kemal’in yapacağı bir şey değildi.
Mütareke
yıllarında azınlıklara ait gazeteler İstanbul ve İzmir’in işgalini sevinçle
karşılamıştı. Trabzon’da çıkan gazeteler Pontus Rum devletinin kurulması
gerektiğini yazmıştı. Ermenice çıkan Rönesans gazetesine göre Türkler ancak
Orta ve Batı Anadolu’da yaşamalıydı. Diğer yerler Ermenistan ve diğerlerine ait
olmalıydı. Musevi gazeteler, haklarının korunması şartıyla herhangi bir
devletin himayesine girebileceklerini belirtmişti. Kurtuluş mücadelesini
eleştiren bu gazeteler Kuvayı-i Milliye’nin eşkıya çetesi olduğunu öne
sürüyordu.
Bütün
bu olumsuzluklara mücadeleye başlayan Mustafa Kemal Paşa 28 Mayıs 1919’da
yayınladığı bir genelgeyle bütün yurtta, işgal ve zulümlere karşılık gösteriler
ve mitingler düzenlenmesini istiyor, ayrıca Hıristiyanlara karşı saldırı ve düşmanlık
gibi davranışlardan sakınılmasını istiyordu.[24]
Buna karşın İstanbul hükümeti ve medyası Anadolu’da bulunan azınlıklıkların
güvenliğinden endişe duyduklarını tehditkâr bir şekilde Mustafa Kemal’e
iletiyordu. Mustafa Kemal Paşa cevaben böyle bir güvenlik sorununun olmadığını
iletiyordu.[25]
Ancak milli bağımsızlığı tehlikeye düşürecek azınlıklara karşı yapılan
saldırılara kendisinin bile engel olamayacağını belirtmişti.
Kongreler
Özellikle
doğu illerini ilgilendiren Erzurum Kongresi‘nde Ermenileri ilgilendiren bazı
kararlar alındı. Buna göre Trabzon, Samsun ve doğu illerinde hiçbir topluluk devletten
ayrılmayacaktı. Hristiyan azınlıklara ise ayrıcalık tanınmayacaktı. Bu kararlar
batıda yankı uyandırmıştı. Batı medyasına göre isyankâr eski Osmanlı askerleri,
kurulacak olan bir Ermeni Devleti’nin önüne geçmek için Kafkasya’daki Ermenilerin
kökünü kazımaya hazırlanıyordu.[26]
Erzurum
Kongresini Sivas Kongresi takip etmiş, azınlıklarla ilgili aynı kararlılık
burada da devam etmişti. Burada tartışılan diğer bir konu da Amerikan
mandasıydı. İstanbul’da Amerikalı yetkilerle yapılan görüşmelerde Amerika’nın
da bazı şartları olduğu iletiliyordu. Bu şartlara göre eğitimin yaygınlaşması,
din ve mezhep hürriyetinin sağlanması isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa buna
şiddetle karşı çıkmıştı.
Artık
gücünü iyice hissettiren ulusal hareket Sivas Kongresi’nden sonra İstanbul
Hükümeti’yle Salih Paşa aracılığı ile görüşmüştü. Temsil Heyeti, Amasya
Protokolü ile İstanbul’a bazı kararlar kabul ettirmeyi başarmıştı. Bu
protokolün ilk iki maddesi vatanın bağımsızlığı ve azınlıkları ilgiliydi. Bu
maddelere göre Gayrimüslimlere, Türkiye’nin siyasi hâkimiyet ve içtimai
düzenini bozacak hiçbir imtiyaz verilmeyecekti.[27] Ayrıca
Kürtlerin Türklerden ayrılamayacağı ve azınlık olarak kabul edilemeyeceği
vurgulanmıştı. Zira Kürdistan Teali gibi cemiyetler kendilerini azınlık olarak
görüyorlar ve bağımsızlık istiyorlardı.
Amasya’da
bu görüşmeler olurken aynı tarihte Ali Kemal ve Sait Molla azınlıkları kışkırtıyordu.
Azınlık temsilcileri doğuda Ermenilerin göç etmekte olduklarını ve güvenlik
sorunu olduğunu iddia ediyordu. Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya
gönderdiği bir telgrafta Milli Mücadele’nin azınlıklar tarafından farklı
yorumlandığını bildirmişti.[28] Mustafa
Kemal Paşa ise bu durumun Hıristiyanlar aleyhinde bir tertip olduğunu anlatmaya
çalışıyordu.[29]
Gerçekte Hristiyanlar işgal edilen bölgelere göç ediyor böylece hem oradaki
nüfus artıyor hem de güvenlik tehdidi altında olduklarını ima etmeye
çalışıyorlardı.
Amasya
Görüşmesinde alınan kararlardan biri de Meclis-i Mebusan’ın İstanbul dışında
toplanmasıydı. Zira işgal altında bulunan ve azınlık faaliyetlerinin yoğun
olduğu bir ortamda milli kararlar alınamazdı. Mustafa Kemal Paşa ayrıca
toplanacak mecliste azınlıkları temsil edecek üyelerin seçilmemesi gerektiğini
vurgulamıştı. Önemli görevlere azınlıkların getirilmesini eleştiren Mustafa
Kemal, örneğin Özlük İşleri Müdürlüğü gibi bir görevin bir Ermeni’nin elinde
olmasını eleştirmişti.[30]
Görüldüğü
üzere milli mücadele döneminde azınlıklara hiç taviz verilmemişti. Hatta
Heyet-i Temsiliye’nin baskısıyla toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde
azınlıklardan sadece bir Yahudi yer almıştı. Ermeni ve Rumlardan bir kişi bile
yoktu.[31]
Bu meclisin onayladığı Misak-i Milli kararlarında azınlıklarla ilgili önemli kararlar
vardı. Bu kararlara göre sadece Araplar’ın çoğunlukta bulunduğu yerlerde halkın
geleceği serbest oylamayla belirlenecekti. Osmanlı’dan kalan diğer yerlerde ise
seçim olamayacağı vurgulamıştı. Bu kararlar 18 Mart 1920’de İngilizlerin
Mebusan Meclisini feshetmesine neden olmuştu. Bu işgali yabancı devlet
temsilciliklerine çektiği telgraflarla protesto eden Mustafa Kemal Paşa aynı
zamanda Doğu Anadolu’da cereyan eden Ermeni katliamlarından bahsediyor, böylece
dünya devletlerinin dikkatini çekmek istiyordu. Mustafa Kemal Paşa tarihlerde
Rumca ve Ermenice yayınlanan gazeteleri de yasaklamıştı.[32]
Ermeniler
I.Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle doğu bölgeleri ve Adana civarına yerleşmek
istiyordu. Adana tarafına yerleşenlerin amacı Klikya bölgesinde bağımsız bir
Ermenistan devleti kurmaktı. Ancak bu durumu kabul etmeyen Türkler, Ermenilere yerel
kuvvetlerle karşılık vermişti. İngilizlerin bölgeden çekilmesi ve Fransa’nın
yalnız kalması durumu Türkler lehine çevirmişti. Fransızlar da Ankara Anlaşması
ile bölgeden çekilince Ermeniler bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktı.
TBMM’nin
kurulmasından sonra Sovyet topraklarında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ne
karşı Kazım Karabekir, Üçüncü Ordu’ya bağlı 1. Kafkas Kolordusu Kumandanlığına
tayin edilmişti. Sevr Antlaşması gereği Erzurum, Trabzon,
Van, Bitlis ve Bingöl Ermeniler’e verilmişti. Ermenilerle savaşmak isteyen
Kazım Karabekir’e gereken izin verildi. 28 Eylül 1920’de Doğu Harekâtı başladı.
Ermenilerin elinden Sarıkamış, Göle, Kağızman ve Kars alındı. İlerleyen
günlerde Gümrü ve Iğdır da alınınca Ermeniler barış istedi. 3
Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı. Ermenistan Sevr Antlaşması’nda
kendisine tanınan bütün haklardan vazgeçti. Bu harekâtta Çürüksu, Acara ve
Batum dışında kalan “Elviye-i Selâse” toprakları kurtarılmıştı. Ermenilere
karşı kazanılan bu zafer milli mücadeleye olan inancı artırmıştı. [33]
Yahudiler
bu dönemde silahlı ayaklanma yerine ticari ve mali menfaatler edinmişlerdi.
Bunun için İstanbul’da “Macabi” ve “Alyans İsrailit” adlı örgütler kurmuşlardı.[34]
Zaten onlara vaat edilen topraklar Türkiye sınırları dışında olduğu için silahlı
bir girişim yapmamışlardı.
Lozan Antlaşmasında Azınlıkların
Durumu
Kurtuluş
Savaşı başarıya ulaşınca Lozan Barış Konferansı düzenlendi. Bu konferansın en
önemli gündem maddesi azınlıklarla ilgiliydi. Lozan
Antlaşması’nda azınlık olarak tanımlanan milletler Rumlar, Ermeniler ve
Musevilerdi.[35]
Azınlık meselesini görüşmek için ayrı komisyonlar oluşturulmuştu. Bu
konferansta alınan kararlara göre bazı şartlara uyulması şartıyla İstanbul’da
bazı Rumların yaşamasına izin verilmişti. Bu şartlara göre Türk uyruğu olmayan
ve İstanbul doğumlu olmayanlar İstanbul dışına çıkarılacaktı. Ayrıca son üç yıl
içinde Türkiye’ye karşı düşmanca tavır takınan Rumlar da aynı akıbete
uğrayacaktı. Bunun yanında Patrikhane, İstanbul dışına taşınacaktı. Ancak uzun
görüşmelerden sonra Patrikhane konusunda ortak bir yol bulunmuştu. Buna göre
Patrikhane İstanbul’da kalacak ancak tüm siyasi yetkileri elinden alınacaktı.
Lozan’da
görüşülen en önemli mesele ise mübadele sorunuydu. 30 Ocak 1923’te yapılan
anlaşmaya göre Anadolu ve Doğu Trakya’da yaşayan Rumlarla, Yunanistan’da
yaşayan Türkler karşılıklı olarak yer değiştirecekti. Ancak İstanbul’un yerlisi
Rumlarla, Batı Trakya’daki Türkler bu değişimin dışında kalacaktı.
Ermeniler
ise Lozan’da Wilson Prensiplerinin 12. maddesini kullanarak bir dizi toprak
talebinde bulunsa da Amerika tarafından bu istekler yersiz bulunmuştu.
Ermenilerin bir başka tezi ise savaş boyunca mallarının yağma edildiği ve
katliama maruz kaldıklarıydı. Bundan dolayı Doğu Anadolu’da ve Klikya’da devlet
kurma haklarına sahip olduklarını düşünüyorlardı. Konferansa Türk yetkilisi
olarak katılan İsmet Paşa ise böyle bir şeyi kabul edemeyeceklerini
belirtmişti. Bu durum karşısında İngiltere de Ermenilere olan desteğini çekmek
zorunda kalmıştı.
Lozan’da
diğer bir konu da Kürtler, Çerkezler ve Araplardı. İngiltere bu toplulukları da
azınlık kapsamına almak istiyordu. Türkiye ise Müslüman olan bu unsurların
tehlikede olmadıklarını, bu konuda karar almaya gerek olmadığını savundu. Sonunda
İngiltere bu görüşü de benimsemek zorunda kaldı.[36]
Bu durum Osmanlı’da sadece Gayrimüslimlerin azınlık olarak görüldüğünü iyice
açıklar.
Sonuç
Türklerin
Anadolu’ya gelmeleriyle Rumlar, Yahudiler, Ermeniler ve diğer unsurlarla ilişkiler
başlamış ve yoğunlaşmıştı. Osmanlı Devleti’nin imparatorluk haline gelmesiyle
azınlık olarak nitelendirilen bu milletler XIX. yüzyıla kadar bir sorun olmadan
ülke sınırları içinde huzurla yaşamıştı. İmparatorluğun zayıflaması ve Fransız
İhtilali’nin getirdiği milliyetçi sonuçlar durumu tersine çevirmiş, azınlıkların
ayaklanmalarına neden olmuştu. Bu sürecin sonunda imparatorluktan kopan
milletler kendi bağımsızlıklarını kurmaya başlamıştı. Yunanistan 1821,
Sırbistan, Karadağ ve Romanya 1879’da bağımsızlığına kavuşmuştu. 1908’de
bunlara Bulgaristan eklenmişti.
I.Dünya
Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yıkılmaya yüz tutmuştu. Buna karşılık azınlıklar
bu zayıf durumu fırsat bilmiş gözlerini Anadolu’ya dikmişlerdi. Yunanlılardan
güç alan Rumlar çete faaliyetlerine girişmiş, Ermeniler ise Rus ve Fransız
desteğiyle doğuda ve Klikya’da bağımsızlık elde etmek için isyan etmişlerdi. En
büyük destek ise Patrikhaneler ’den ve bu amaçla kurulmuş cemiyetlerden
geliyordu. İtilaf devletlerinin desteği ise en büyük güvenceydi. Bu amaç için
basın yoluyla propaganda da yapılıyordu Azınlıkların yerel ve ruhani liderleri
Paris ve Lozan görüşmelerinde faal olmaya çalışmışlardı.
Tüm
bu olumsuz faaliyetlere karşı ses çıkarmayan İstanbul hükümeti azınlıkların
sözcüsü gibi davranmıştı. Buna karşın Mustafa Kemal Paşa önderliğinde
örgütlenen ulusal kurtuluş hareketi bildiri ve kongrelerle özellikle azınlık
konularında taviz verilmeyeceğini beyan etmişti.
Milli
mücadele döneminde çoğunlukla kendi çıkarlarına göre hareket eden azınlıklar iç
ve dış güçlerle birlikte hareket etse de emellerini ulaşamamıştı. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla azınlıkların bir çoğu yaşadıkları yerlerden kendi
ülkelerine ya da başka ülkelere göç etmek zorunda kalmışlardı.
KAYNAKÇA:
Elektronik:
Hacettepe Üniversitesi Atatürk
İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/I7.pdf,
(ET: 12.12.2017).
Kitaplar:
Akçura,
Yusuf. Osmanlı Devletinin Dağılma Devri
(XVIII. ve XIX. Asırlarda), TTK Yayınları, İstanbul 1940.
Atatürk,
Mustafa Kemal. Nutuk(Cilt-I, 1919-1920),
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970.
Dumont,
Paul. Mustafa Kemal, Çev. Zeki
Demirkol, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998.
Göyünç,
Nejat. Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983.
Kaptan,
Eyüp. Lozan Konferansı’nda Azınlıklar
Sorunu, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul 2002.
Karpat,
Kemal H.. Millets and Nationality The
Roots of the Incongruity of Nation and State in the Post-Ottoman Era, C.I,
New York / London: CJOE 1982.
Kaya,
Önder. Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar,
Yeditepe Yayınevi, Ekim 2005.
Kırzıoğlu,
M.F.. Türk İnkılâp Tarihi Ders Notları,
Atatürk Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkez Müdürlüğü Yayınları, Erzurum 1976.
Kocatürk,
Utkan. Doğumundan Ölümüne Kadar
Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara
1999.
Uras,
Esat. Tarihte Ermeniler ve Ermeni
Meselesi, Belge Yayınları, ,İstanbul 1987.
Vahapoğlu,
M.Hidayet.
Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı
Okulları, İstanbul 1992.
Makaleler:
Bozkurt, Gülnihal. “İslam
Hukukunda Zımmîlerin Hukuki Statüleri”, 9
Eylül Hukuk Fakültesi Dergisi, III/1-4, Ankara 1987, s.115-117.
Demircioğlu, Asuman.
“Faik Ahmet Bey’e Göre Milli Mücadelede Pontus Meselesi ve Patrikhanenin
Faaliyetleri”, Atatürk Ün. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11, Erzurum 1999.
Ercan, Yavuz. “Türkiye’de
XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İçtimaı ve İktisadî Durumu”, Belleten, XLVII, S.88, Ekim 1983.
Eryılmaz, Bilal. “Osmanlılarda Millet Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi VI, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996.
Eryılmaz, Bilal. “Osmanlılarda Millet Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi VI, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996.
Eyyupoğlu,
İsmail. “Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşına Kadar Osmanlı Devleti’nde Azınlık
Problemi”, Atatürk Üniversitesi. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11.
Güler,
Ali. “Yunan Gizli Teşkilatları-Patrikhane”, Güvenlik
Kuvvetleri Dergisi, S.24, Kasım 1994.
Küçük Cevdet, “Kazım
Karabekir”, İslam Ansiklopedisi, C.25,
2002, s.150-152 http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c25/c250098.pdf,
(ET: 11.12.2017).
Ortaylı,
İlber. “Ortodoks Kilisesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal
Değişim”, Makaleler, Ankara 2000.
Özkaya,
Yücel.
“Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı Ve Zararlı Dernekler”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-10/ulusal-bagimsizlik-savasi-boyunca-yararli-ve-zararli-dernekler,
(ET:12.12.2017)
Yurdaydın,
H.G..“İslam Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996.
Seminer ve Bildiriler:
Haydaroğlu,
İlknur Polat. “Türk Yunan İlişkileri Çerçevesinde Rum-Eğitim-Öğretim
Kurumlarının Yeri ve Önemi”, Üçüncü
Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Türk Yunan İlişkileri), ATASE Yayınları,
Ankara 1986.
Kuran,
Ercüment. “XIX. Yüzyıl Anadolu Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kaynağı Olarak Yabancı
Seyahatnamelerden Georges Perrort’un “Souvenirs D’UN Voyage En Asie Mineure’u, İstanbul Ün. Edebiyat Fak. Tarih Araştırma
Merk. Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, İstanbul 1997.
Kuran,
Ercüment. “Milli Mücadele Esnasında Pontus Rum Devleti Kurma Teşebbüsleri”, Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi
Bildirileri (13 -17 Ekim 1986), Samsun 1988.
Tezler:
Kılıç,
Sadık Mete. Tarihsel Gelişimi İçinde
Türkiye’de Azınlıklar ve Avrupa Birliği'nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımının
Türkiye’ye Etkileri, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Hukuku Anabilim Dalı, Diyarbakır 2007.
[1]
M.Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze
Azınlık ve Yabancı Okulları, İstanbul 1992, s.15.
[2] İsmail
Eyyupoğlu, “Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşına Kadar Osmanlı Devleti’nde
Azınlık Problemi”, Atatürk Üniversitesi.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11, s.247.
[3] Bilal
Eryılmaz, “Osmanlılarda Millet Sistemi”, Osmanlı
Ansiklopedisi VI, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996, s.229.
[4] Gülnihal
Bozkurt, “İslam Hukukunda Zımmîlerin Hukuki Statüleri”, 9 Eylül Hukuk Fakültesi Dergisi, III/1-4, Ankara 1987, s.115-117.
[5] H.G.
Yurdaydın, “İslam Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayınları,
İstanbul 1996, s.91.
[6] Yavuz
Ercan, “Türkiye’de XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İctimaî ve
İktisadî Durumu”, Belleten, XLVII,
S.88, Ekim 1983, s.1125.
[7] Önder
Kaya, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar,
Yeditepe Yayınevi, Ekim 2005, s.11-12.
[8] İlber
Ortaylı, “Ortodoks Kilisesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal
Değişim”, Makaleler, Ankara 2000,
s.283.
[9] Yusuf
Akçura, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri
(XVIII. VE XIX. Asırlarda), TTK Yayınları, İstanbul 1940, s.187.
[10] İlknur
Polat Haydaroğlu, “Türk Yunan İlişkileri Çerçevesinde Rum-Eğitim-Öğretim
Kurumlarının Yeri ve Önemi”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Türk
Yunan İlişkileri), ATASE Yayınları, Ankara 1986, s.444-445.
[11]
Ercüment Kuran, “XIX. Yüzyıl Anadolu Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kaynağı Olarak
Yabancı Seyahatnamelerden Georges Perrort’un “Souvenirs D’UN Voyage En Asie
Mineure’u, İstanbul Ün. Edebiyat Fak. Tarih Araştırma Merk. Tarih Boyunca Türk
Tarihinin Kaynakları Semineri, İstanbul 1997.
[12] Esat
Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni
Meselesi, Belge Yayınları, ,İstanbul 1987, s.421.
[13] Nejat
Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler,
Gültepe Yayınları, İstanbul 1983, s.16-18.
[14] Önder
Kaya, a.g.e., s.142.
[15] M.F.
Kırzıoğlu; Türk İnkılâp Tarihi Ders
Notları, Erzurum 1976, s.20.
[16] Kemal
H. KARPAT, Millets and Nationality The
Roots of the Incongruity of Nation and State in the Post-Ottoman Era, C.I,
New York / London: CJOE 1982, s. 141-169.
[17] Mustafa
Kemal Atatürk, Nutuk(Cilt-I, 1919-1920),
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970, s.2.
[18] Paul
Dumont, Mustafa Kemal, Çev. Zeki
Demirkol, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998, s.17.
[19] Yücel
Özkaya, “Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı Ve Zararlı Dernekler”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-10/ulusal-bagimsizlik-savasi-boyunca-yararli-ve-zararli-dernekler,
(ET:12.12.2017).
[20]
Ercüment Kuran, “Milli Mücadele Esnasında Pontus Rum Devleti Kurma
Teşebbüsleri”, Birinci Tarih Boyunca
Karadeniz Kongresi Bildirileri (13 -17 Ekim 1986), Samsun 1988, s.79.
[21] Asuman
Demircioğlu, “Faik Ahmet Bey’e Göre Milli Mücadelede Pontus Meselesi ve
Patrikhanenin Faaliyetleri”, Atatürk Ün.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11, Erzurum 1999, s.241.
[22] Ali
Güler, “Yunan Gizli Teşkilatları-Patrikhane”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, S.24, Kasım 1994, s.28.
[23] Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve
İnkılap Tarihi Enstitüsü, http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/I7.pdf,
(ET: 12.12.2017).
[24]
Atatürk, a.g.e., s.12.
[25] A.g.e., s.19.
[26] Dumont
Paul, a.g.e., s.43-44.
[27] M.F. Kırzıoğlu,
a.g.e, s.47.
[28]
Atatürk, a.g.e., s.179.
[29] A.g.e., s.181.
[30] A.g.e., s.197.
[31]
Kırzıoğlu, a.g.e., s.48.
[32] Utkan
Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999, s.208.
[33] Cevdet
Küçük, “Kazım Karabekir”, İslam
Ansiklopedisi, C.22, 2002, s.150-152.
[35] Sadık
Mete Kılıç, Tarihsel Gelişimi İçinde
Türkiye’de Azınlıklar ve Avrupa Birliği'nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımının
Türkiye’ye Etkileri, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Hukuku Anabilim Dalı, Diyarbakır 2007, önsöz.
[36] Eyüp
Kaptan, Lozan Konferansı’nda Azınlıklar
Sorunu, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul 2002.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder