8 Ocak 2019 Salı

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE AZINLIKLAR


Milli mücadele döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkların durumunu anlamak için ilk önce azınlık kavramını bilmek ve geçmişe uzanmak gerekir. “Toplumun genel yapısından ırk, dil, din ve kültür olarak ayrılan ve nüfusa oranla küçük bir kamu vicdanında şekillenmiş topluluklara azınlık denir.”[1] Bir başka tanıma göre ise; “Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olan” topluluklara azınlık denmektedir.[2]
Osmanlı Devleti gelişip büyüdükçe büyük bir imparatorluğa dönüşmüş ve doğal olarak çok uluslu halkları bünyesinde toplamıştır. Kurucu unsuru Türk ve Müslüman olan Osmanlı Devleti mecburen bir azınlık politikası uygulamak zorundaydı. Aslında geçmişten kalan İslam geleneği sayesinde bu duruma ayak uydurmada zorluk yaşamamıştı.
İslam geleneğini devam ettiren Osmanlı Devleti bu sayede “millet sistemi” denilen bir sistem geliştirmişti. Dolayısıyla Osmanlı’da azınlıkların durumunu anlamak için ilk önce İslam’ın azınlık anlayışını bilmek önemlidir.
İslami anlayışa göre devlete mensup topluluklar ya Müslüman ya da Gayrimüslimdir. İslam devlet geleneğine göre Gayrimüslimler belirli şartlara uyarlarsa canı ve malı devlet tarafından garanti altına alınır. Bu şartlardan en belirgini Gayrimüslimlerden cizye, haraç gibi vergiler almaktır. Buna karşılık Gayrimüslimler çoğunlukla askere alınmaz, yüksek devlet görevlerinde bulunmazdı. Ancak bazen bakan olarak atanmaları meşru görülürdü.[3] Müslümanlara uygulanan şer’i kanunlar onlara uygulanmazdı. Sosyal ve dini yaşantılarında kendi yaşamlarını düzenleme hakları vardı.[4]
Gayrimüslimlerin kendi yaşantılarını düzenleme hakkına karşılık olarak onlar da bazı kısıtlamalara maruz kalırdı. Bunlardan en belirgini Müslümanlardan ayrı kıyafetler giyinmek zorunda olmaları idi. Osmanlı’da bu kural özellikle klasik dönemde uygulanmıştır. Ancak bu her zaman önemsenen bir kural olmamıştır. Gayrimüslimlerin Müslümanlardan farklı olarak kendi kıyafetlerini giymeleri aslında onların kültür ve adetlerini korumaya devam edebilmeleri anlamına da geliyordu.[5] Osmanlı Devleti zaman zaman Gayrimüslimlere kısıtlamalar getirse de bu durum hiçbir zaman istikrarlı baskıcı bir politikaya dönüşmemiştir.
Osmanlı Döneminde Azınlıklar
Osmanlı İmparatorluğunun büyüyüp gelişmesiyle nüfus giderek çeşitlenmiş ve azınlıklar çoğalmıştı. Ermeniler, Gürcüler, Latinler, Süryaniler, Keldaniler, Marunîler, Kıptiler, Rumlar, Pavlakiler, Selikianlar, Bogomiller, Gregoryenler, Nesturiler, Yakubi Süryaniler, Melkitler, Rabbaniler, Karailer, Samir’iler ve son olarak Sabiiler, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşamış azınlıklardandı.[6] Ancak Osmanlı’da azınlık denince ağırlıklı olarak Rum, Ermeni ve Yahudilerden bahsedilirdi. Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin başında, doğrudan doğruya padişaha bağlı din adamları bulunurdu. Bu azınlıklar eğitim, nüfus ve dini işlerde kendi kendilerini yönetiyorlardı. Bu özerklik sayesinde uzun yıllar Osmanlı barışından söz etmek mümkündür. Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar ve Araplar ise devletin gerçek sahibi olarak kabul edilirdi.[7]
Esasen Fransız İhtilali’nden önce Osmanlı topraklarında azınlık sorunundan söz etmek zordur. Zira azınlıklar avantajlı konumlarını her daim sürdürmüşlerdi. Gayrimüslimler askere alınmamaları ve çoğunlukla devlet memurluğu yapamamaları nedeniyle ticarete yönelmişler ve bu yolla rahat kazanç sağlamışlardı. Nitekim XIX. yüzyılda Osmanlı’nın gerilemesine paralel olarak sanayi devriminin tetiklediği bankacılık sisteminin yaygınlaşmasıyla Gayrimüslimler ticarette ilerlemiş, böylece kendi içlerinde küçük bir burjuva sınıfı yaratmışlardı. Ünlü Galata bankerleri bu dönemde ortaya çıkmıştı. Azınlıkların Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçi düşüncelerden etkilenmesi büyük devletlerin Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etmesine yol açmıştı. Azınlık sorunu işte böyle bir ortamda başlamıştı. Osmanlı Devleti’ni bölmeye ve sonunda da yıkmaya kadar götüren sebeplerin başında da bu sorun geliyordu. Meclis-i Mebusan’da Gayrimüslimlerin dil, kültür, eğitim gibi konularda geniş özerklik talep etmeleri üzerine, Müslüman mebusların “Bu tür istekler, devleti dağıtır. Hepimiz Osmanlı değil miyiz?” sözleriyle karşılık vermesi aslında geleceğin bir işaretiydi. 
Osmanlı Beyliği kurulduğu yer ve coğrafi sebeplerden dolayı daha çok Rumlarla temas etmişti. Bizans İmparatorluğu ile komşu olan Osmanlı Beyliği, zamanla fetih hareketlerini Rumeli ve Balkanlara kadar genişletmiş, böylece Rumların bol olduğu yerlerde hâkimiyet kurmuştu. İstanbul’un fethedilmesiyle bu durum doruk noktasına ulaşmıştı.
Osmanlı’da Bulgarlar ve Sırplar da eğer Ortodoks mezhebindense Rum sayılıyordu.  Rumlar Osmanlı’nın en ayrıcalıklı azınlık grubuydu. Özellikle Fatih Sultan Mehmed, Ortodoks Rumlara ayrı bir imtina göstermişti. Fener Rum Patrikhanesinin azınlıklar içinde hatırı sayılır bir gücü vardı. Hala daha Ortodoksların ruhani lideri Patrik’in makamı 1602’den beri İstanbul Fener semtinde bulunan Aya Yorgi kilisesidir.[8] Osmanlı Devleti’nin hoşgörü siyaseti sayesinde bu tür kiliselerde ibadet ve ayinler yapılabiliyordu. Ancak 1657’de Patrik III. Parthanios padişaha karşı bir ihtilâle giriştiği anlaşılınca idam edilmişti. Bu olay olumsuz gelişmelerin başlangıcıydı. Rumların bağımsızlık hareketinin temeli aslında 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması’na dayanır. Çünkü bu tarihten sonra Ruslar Ortodoksların himayesini üstlenmişti.[9] Böylece talepleri bitmeyen ve sürekli isyan eden azınlık anlayışı ortaya çıkmıştı.
Rumların ticaret hayatında zenginleşmeleri, azınlık okulları açmaları ve yabancı devletlerin himayelerine girmeleri onların bağımsızlık fikirlerini güçlendirmişti. Rumlara ait cemaat okullarında 1814 yılında kurulan Etnik-i Eterya Cemiyeti’nin etkisi vardı.[10] 1821 Mora’daki isyanda rolü olduğu gerekçesiyle Patrik II. Gregorios’un idam edilmesi Rumlarla ipleri iyice koparacaktı.
1827’de Rus-Fransız-İngiliz donanmaları Navarin baskınıyla Osmanlı donanmasını neredeyse yok etti. 1829 Rusya ile çıkan savaş nedeniyle de Ruslarla Edirne Anlaşması yapıldı. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın bağımsızlığını tanınmak zorunda kaldı.1850’li yılların ortalarında Anadolu’da Hellenlik şuuru çok fazlaydı. Yunanistan’da eğitim görmüş doktor, öğretmen gibi Rumlar, Anadolu’ya gelip Rum okulları ve hastanelerinde çalışıyordu.[11]
Ermenilerle olan ilişkilere gelindiğinde, Anadolu’da Ermenilerle olan ilk temasın Anadolu Selçuklular tarafından sağlandığını görüyoruz. Anadolu Selçuklu döneminde Ermenilerle ilişkiler çok iyi seviyedeydi. Selçuklu hükümdarları, Hristiyan kadınlarla evleniyor ayrıca Ermeni patriklere hürmet gösteriyorlardı.  Bu döneme Ermeni-Türk ilişkileri bağlamında hoşgörü ve yakınlaşma dönemi diyebiliriz.
Osmanlı zamanında “millet-i sadıka” olarak adlandırılan Ermeniler ticari ve bürokrasi hayatında etkindi. 1876 Berlin Anlaşmasına kadar da ilişkilerde bir sorun görünmüyordu. Ancak bu anlaşmayla birlikte Avrupa bir “Ermeni Sorunu” öne sürdü. Rumları etkileyen nedenlerin aynıları Ermenileri de etkilemiş, kurdukları azınlık okulları ve Patrikhane sayesinde milliyetçi duygular artmıştı. Bu amaçla birçok komite kurulmuştu. Özellikle Hınçak ve Taşnak komiteleri Doğu Anadolu ve Klikya bölgelerinde bir çok katliam gerçekleştirmişlerdi.[12] 1885’de kurulan Armenekan Partisi ve 1887’de kurulan Hınçak Cemiyeti, başkenti Erivan olan ve Doğu Anadolu’yu da içine alan büyük bir Ermeni Devleti kurmayı amaçlıyordu. Armenekan Partisi’nin kurucusu Mıgırdıç Portakalyan, Ermeni okullarında faaliyet göstermiş ve tüm Ermenilere milliyetçilik bilincini aşılayarak devlet kurma fikrini savunmuştu.[13]Rusya’nın desteği ile 1890’da Tiflis’te kurulan Taşnak Cemiyeti ise daha büyük bir bölgede devlet kurma taraftarıydı. Onlara göre büyük Ermenistan’ın sınırları Akdeniz’e kadar uzanmalıydı.[14] O sıralar Ermeni Patriği Zaven’in “Büyük Ermenistan’ın başkenti Erzurum olacaktır” sözü, büyük yankı uyandırmıştı.[15]
Ermeniler 1875 Berlin Anlaşması sürecinden sonra birçok ayaklanma ve olaylara karışmıştı. Bunlardan en önemlileri Sasun İsyanı, Osmanlı Bankası vakası, Yıldız Suikastı ve Zeytun isyanlarıydı. Bütün bu olaylardan sonra I.Dünya Savaşı patlak verince Ermeni olaylarını en aza indirmek için Tehcir kanunu çıkartılmıştı.
Nüfus olarak bakıldığında 1914 yılında Osmanlı topraklarında 12.997.459 Müslüman, 3.066.602 Gayrimüslim bulunuyordu. Bunlardan 1.553.619’u Rum, 1.212.973’ü Ermeni, 130.595’i de Yahudi’ydi.[16]  Bu sayılar 1.Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’den sonra değişecekti. Özellikle Milli Mücadele döneminde azınlıkların takındığı düşmanca tutumlar ileride yeni Türk devletinin radikal kararlar almasına neden olacaktı.
Milli Mücadele Döneminde Azınlıklar
Milli Mücadele döneminde başta Yunanistan olmak üzere diğer batılı devletler, Osmanlı topraklarında yaşayan Rumları kışkırtmıştı. Böylece Rumlar tarafından Bizans İmparatorluğunu yeniden diriltme politikası olan “Megalo İdea” düşüncesi altında Mavri Mira, Helen Yardım Komitesi, Trakya Komitesi, Pontus-Rum Cemiyeti gibi cemiyetler kurulmuştu. Bunlardan Mavri Mira Cemiyeti, Yunan Konsolosluğu ve Fener Patrikhanesi himayesinde kurulmuştu. Kendisini Rum göçmenlere yardım kurumu olarak tanıtan bu örgüt özellikle İstanbul’un işgal günlerinde Rum gençlere silah eğitimi vermek, çeteler kurmak ve Türk köylerine baskınlar yapmak gibi faaliyetlerde bulunmuştu. Hatta bu örgüte Ermeni Patriği Zaven Efendi de yardım ediyordu. Rum-Ermeni işbirliği söz konusuydu. Yunan Kızılhaç’ı ve Resmi Göçmenler Komisyonu da Mavri Mira Heyeti ile birlikteydi.[17] Rum Okulları izci teşkilâtları gençlerini bir işgal ordusu gibi hazırlıyordu. Helen Yardım Cemiyeti’nin amacı ise Rum nüfusunun az olduğu yerlerde Rumları belirli yerlere toplamaktı. Trakya Komitesi ise Trakya’nın Yunanistan’a ilhakı için çalışmış ve Türkleri yaşadıkları yerlerden terk ettirmek için silahları faaliyetlere girişmişti. Pontus Rum Cemiyeti de Amerikan ve İngiliz misyonerler yardımıyla Karadeniz’de bir Pontus-Rum Devleti kurmak için elinden geleni yapmıştı. [18] Rize’de para ile tutulan ve Gürcülerin menfaatine çalışan, Lazistan Selamet-i Milliye Cemiyeti gibi cemiyetler de kurulmuştu.[19]
Rumların tüm bu faaliyetlerinin manevi ve maddi lojistik merkezi ise yıllardır el üstünde tutulan Patrikhane’ydi. Örneğin milli mücadele yıllarında Trabzon metropoliti Hrisantos, Pontus davasını uluslararası arenaya taşıyan isim olmuştu. Hatta 2 Mayıs 1919’da Paris Barış Konferansına bu konuyla ilgili bir muhtıra sunmuş, bu muhtırada Doğu Karadeniz bölgesinde Rum nüfusun daha fazla olduğunu iddia etmişti.[20] Ancak Batılı devletler Trabzon’u kendileri için düşünüyordu. Bu nedenle Pontus-Rum hayali gerçekleşememişti. Bunun üzerine Hrisantos, Trabzon’u Ermenilere kaptırmamak için önceki iddialarının aksine bölgede Türk-Rum kardeşliği üzerinde vurgular yapmaya başlamıştı.[21]
İzmir metropoliti Hrisostomos ta Türkler aleyhine çalışmalar yapmıştı. İzmir’e çıkan Yunan birliklerini dualarla karşılayan Hrisostomos, Yunan Kralı’na Bizans Bayrağı teslim etmişti.[22] Rumlar işgal sırasında öldürme, tecavüz ve yağmaya katılmıştı. İki gün devam eden katliam sonunda 5000’e yakın Türk öldürülmüştü.[23] İstanbul’daki Rumlar da Türklere karşı adam dövme ve hırsızlık gibi suçlar işliyordu. Ancak İngilizler bu olayların çoğunu görmüyordu.
Karadeniz bölgesinde ise Rum çeteleri oluşmuştu. Türkler de milis güçlerle karşılık vermeye çalışmıştı. Mustafa Kemal’in 9.Ordu Müfettişliği görevi de zaten bununla ilgiliydi. Türklerin direnişini durdurmak ve Rumların bölgeye hâkim olmasını sağlamak tabii ki Mustafa Kemal’in yapacağı bir şey değildi.
Mütareke yıllarında azınlıklara ait gazeteler İstanbul ve İzmir’in işgalini sevinçle karşılamıştı. Trabzon’da çıkan gazeteler Pontus Rum devletinin kurulması gerektiğini yazmıştı. Ermenice çıkan Rönesans gazetesine göre Türkler ancak Orta ve Batı Anadolu’da yaşamalıydı. Diğer yerler Ermenistan ve diğerlerine ait olmalıydı. Musevi gazeteler, haklarının korunması şartıyla herhangi bir devletin himayesine girebileceklerini belirtmişti. Kurtuluş mücadelesini eleştiren bu gazeteler Kuvayı-i Milliye’nin eşkıya çetesi olduğunu öne sürüyordu.
Bütün bu olumsuzluklara mücadeleye başlayan Mustafa Kemal Paşa 28 Mayıs 1919’da yayınladığı bir genelgeyle bütün yurtta, işgal ve zulümlere karşılık gösteriler ve mitingler düzenlenmesini istiyor, ayrıca Hıristiyanlara karşı saldırı ve düşmanlık gibi davranışlardan sakınılmasını istiyordu.[24] Buna karşın İstanbul hükümeti ve medyası Anadolu’da bulunan azınlıklıkların güvenliğinden endişe duyduklarını tehditkâr bir şekilde Mustafa Kemal’e iletiyordu. Mustafa Kemal Paşa cevaben böyle bir güvenlik sorununun olmadığını iletiyordu.[25] Ancak milli bağımsızlığı tehlikeye düşürecek azınlıklara karşı yapılan saldırılara kendisinin bile engel olamayacağını belirtmişti.
Kongreler
Özellikle doğu illerini ilgilendiren Erzurum Kongresi‘nde Ermenileri ilgilendiren bazı kararlar alındı. Buna göre Trabzon, Samsun ve doğu illerinde hiçbir topluluk devletten ayrılmayacaktı. Hristiyan azınlıklara ise ayrıcalık tanınmayacaktı. Bu kararlar batıda yankı uyandırmıştı. Batı medyasına göre isyankâr eski Osmanlı askerleri, kurulacak olan bir Ermeni Devleti’nin önüne geçmek için Kafkasya’daki Ermenilerin kökünü kazımaya hazırlanıyordu.[26]
Erzurum Kongresini Sivas Kongresi takip etmiş, azınlıklarla ilgili aynı kararlılık burada da devam etmişti. Burada tartışılan diğer bir konu da Amerikan mandasıydı. İstanbul’da Amerikalı yetkilerle yapılan görüşmelerde Amerika’nın da bazı şartları olduğu iletiliyordu. Bu şartlara göre eğitimin yaygınlaşması, din ve mezhep hürriyetinin sağlanması isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa buna şiddetle karşı çıkmıştı.
Artık gücünü iyice hissettiren ulusal hareket Sivas Kongresi’nden sonra İstanbul Hükümeti’yle Salih Paşa aracılığı ile görüşmüştü. Temsil Heyeti, Amasya Protokolü ile İstanbul’a bazı kararlar kabul ettirmeyi başarmıştı. Bu protokolün ilk iki maddesi vatanın bağımsızlığı ve azınlıkları ilgiliydi. Bu maddelere göre Gayrimüslimlere, Türkiye’nin siyasi hâkimiyet ve içtimai düzenini bozacak hiçbir imtiyaz verilmeyecekti.[27] Ayrıca Kürtlerin Türklerden ayrılamayacağı ve azınlık olarak kabul edilemeyeceği vurgulanmıştı. Zira Kürdistan Teali gibi cemiyetler kendilerini azınlık olarak görüyorlar ve bağımsızlık istiyorlardı.
Amasya’da bu görüşmeler olurken aynı tarihte Ali Kemal ve Sait Molla azınlıkları kışkırtıyordu. Azınlık temsilcileri doğuda Ermenilerin göç etmekte olduklarını ve güvenlik sorunu olduğunu iddia ediyordu. Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir telgrafta Milli Mücadele’nin azınlıklar tarafından farklı yorumlandığını bildirmişti.[28] Mustafa Kemal Paşa ise bu durumun Hıristiyanlar aleyhinde bir tertip olduğunu anlatmaya çalışıyordu.[29] Gerçekte Hristiyanlar işgal edilen bölgelere göç ediyor böylece hem oradaki nüfus artıyor hem de güvenlik tehdidi altında olduklarını ima etmeye çalışıyorlardı.
Amasya Görüşmesinde alınan kararlardan biri de Meclis-i Mebusan’ın İstanbul dışında toplanmasıydı. Zira işgal altında bulunan ve azınlık faaliyetlerinin yoğun olduğu bir ortamda milli kararlar alınamazdı. Mustafa Kemal Paşa ayrıca toplanacak mecliste azınlıkları temsil edecek üyelerin seçilmemesi gerektiğini vurgulamıştı. Önemli görevlere azınlıkların getirilmesini eleştiren Mustafa Kemal, örneğin Özlük İşleri Müdürlüğü gibi bir görevin bir Ermeni’nin elinde olmasını eleştirmişti.[30]
Görüldüğü üzere milli mücadele döneminde azınlıklara hiç taviz verilmemişti. Hatta Heyet-i Temsiliye’nin baskısıyla toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde azınlıklardan sadece bir Yahudi yer almıştı. Ermeni ve Rumlardan bir kişi bile yoktu.[31] Bu meclisin onayladığı Misak-i Milli kararlarında azınlıklarla ilgili önemli kararlar vardı. Bu kararlara göre sadece Araplar’ın çoğunlukta bulunduğu yerlerde halkın geleceği serbest oylamayla belirlenecekti. Osmanlı’dan kalan diğer yerlerde ise seçim olamayacağı vurgulamıştı. Bu kararlar 18 Mart 1920’de İngilizlerin Mebusan Meclisini feshetmesine neden olmuştu. Bu işgali yabancı devlet temsilciliklerine çektiği telgraflarla protesto eden Mustafa Kemal Paşa aynı zamanda Doğu Anadolu’da cereyan eden Ermeni katliamlarından bahsediyor, böylece dünya devletlerinin dikkatini çekmek istiyordu. Mustafa Kemal Paşa tarihlerde Rumca ve Ermenice yayınlanan gazeteleri de yasaklamıştı.[32]
Ermeniler I.Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle doğu bölgeleri ve Adana civarına yerleşmek istiyordu. Adana tarafına yerleşenlerin amacı Klikya bölgesinde bağımsız bir Ermenistan devleti kurmaktı. Ancak bu durumu kabul etmeyen Türkler, Ermenilere yerel kuvvetlerle karşılık vermişti. İngilizlerin bölgeden çekilmesi ve Fransa’nın yalnız kalması durumu Türkler lehine çevirmişti. Fransızlar da Ankara Anlaşması ile bölgeden çekilince Ermeniler bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktı.
TBMM’nin kurulmasından sonra Sovyet topraklarında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ne karşı Kazım Karabekir, Üçüncü Ordu’ya bağlı 1. Kafkas Kolordusu Kumandanlığına tayin edilmişti. Sevr Antlaşması gereği Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis ve Bingöl Ermeniler’e verilmişti. Ermenilerle savaşmak isteyen Kazım Karabekir’e gereken izin verildi. 28 Eylül 1920’de Doğu Harekâtı başladı. Ermenilerin elinden Sarıkamış, Göle, Kağızman ve Kars alındı. İlerleyen günlerde Gümrü ve Iğdır da alınınca Ermeniler barış istedi. 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı. Ermenistan Sevr Antlaşması’nda kendisine tanınan bütün haklardan vazgeçti. Bu harekâtta Çürüksu, Acara ve Batum dışında kalan “Elviye-i Selâse” toprakları kurtarılmıştı. Ermenilere karşı kazanılan bu zafer milli mücadeleye olan inancı artırmıştı. [33]
Yahudiler bu dönemde silahlı ayaklanma yerine ticari ve mali menfaatler edinmişlerdi. Bunun için İstanbul’da “Macabi” ve “Alyans İsrailit” adlı örgütler kurmuşlardı.[34] Zaten onlara vaat edilen topraklar Türkiye sınırları dışında olduğu için silahlı bir girişim yapmamışlardı.
Lozan Antlaşmasında Azınlıkların Durumu
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca Lozan Barış Konferansı düzenlendi. Bu konferansın en önemli gündem maddesi azınlıklarla ilgiliydi. Lozan Antlaşması’nda azınlık olarak tanımlanan milletler Rumlar, Ermeniler ve Musevilerdi.[35] Azınlık meselesini görüşmek için ayrı komisyonlar oluşturulmuştu. Bu konferansta alınan kararlara göre bazı şartlara uyulması şartıyla İstanbul’da bazı Rumların yaşamasına izin verilmişti. Bu şartlara göre Türk uyruğu olmayan ve İstanbul doğumlu olmayanlar İstanbul dışına çıkarılacaktı. Ayrıca son üç yıl içinde Türkiye’ye karşı düşmanca tavır takınan Rumlar da aynı akıbete uğrayacaktı. Bunun yanında Patrikhane, İstanbul dışına taşınacaktı. Ancak uzun görüşmelerden sonra Patrikhane konusunda ortak bir yol bulunmuştu. Buna göre Patrikhane İstanbul’da kalacak ancak tüm siyasi yetkileri elinden alınacaktı.
Lozan’da görüşülen en önemli mesele ise mübadele sorunuydu. 30 Ocak 1923’te yapılan anlaşmaya göre Anadolu ve Doğu Trakya’da yaşayan Rumlarla, Yunanistan’da yaşayan Türkler karşılıklı olarak yer değiştirecekti. Ancak İstanbul’un yerlisi Rumlarla, Batı Trakya’daki Türkler bu değişimin dışında kalacaktı.
Ermeniler ise Lozan’da Wilson Prensiplerinin 12. maddesini kullanarak bir dizi toprak talebinde bulunsa da Amerika tarafından bu istekler yersiz bulunmuştu. Ermenilerin bir başka tezi ise savaş boyunca mallarının yağma edildiği ve katliama maruz kaldıklarıydı. Bundan dolayı Doğu Anadolu’da ve Klikya’da devlet kurma haklarına sahip olduklarını düşünüyorlardı. Konferansa Türk yetkilisi olarak katılan İsmet Paşa ise böyle bir şeyi kabul edemeyeceklerini belirtmişti. Bu durum karşısında İngiltere de Ermenilere olan desteğini çekmek zorunda kalmıştı.
Lozan’da diğer bir konu da Kürtler, Çerkezler ve Araplardı. İngiltere bu toplulukları da azınlık kapsamına almak istiyordu. Türkiye ise Müslüman olan bu unsurların tehlikede olmadıklarını, bu konuda karar almaya gerek olmadığını savundu. Sonunda İngiltere bu görüşü de benimsemek zorunda kaldı.[36] Bu durum Osmanlı’da sadece Gayrimüslimlerin azınlık olarak görüldüğünü iyice açıklar.
Sonuç
Türklerin Anadolu’ya gelmeleriyle Rumlar, Yahudiler, Ermeniler ve diğer unsurlarla ilişkiler başlamış ve yoğunlaşmıştı. Osmanlı Devleti’nin imparatorluk haline gelmesiyle azınlık olarak nitelendirilen bu milletler XIX. yüzyıla kadar bir sorun olmadan ülke sınırları içinde huzurla yaşamıştı. İmparatorluğun zayıflaması ve Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçi sonuçlar durumu tersine çevirmiş, azınlıkların ayaklanmalarına neden olmuştu. Bu sürecin sonunda imparatorluktan kopan milletler kendi bağımsızlıklarını kurmaya başlamıştı. Yunanistan 1821, Sırbistan, Karadağ ve Romanya 1879’da bağımsızlığına kavuşmuştu. 1908’de bunlara Bulgaristan eklenmişti.
I.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yıkılmaya yüz tutmuştu. Buna karşılık azınlıklar bu zayıf durumu fırsat bilmiş gözlerini Anadolu’ya dikmişlerdi. Yunanlılardan güç alan Rumlar çete faaliyetlerine girişmiş, Ermeniler ise Rus ve Fransız desteğiyle doğuda ve Klikya’da bağımsızlık elde etmek için isyan etmişlerdi. En büyük destek ise Patrikhaneler ’den ve bu amaçla kurulmuş cemiyetlerden geliyordu. İtilaf devletlerinin desteği ise en büyük güvenceydi. Bu amaç için basın yoluyla propaganda da yapılıyordu Azınlıkların yerel ve ruhani liderleri Paris ve Lozan görüşmelerinde faal olmaya çalışmışlardı.
Tüm bu olumsuz faaliyetlere karşı ses çıkarmayan İstanbul hükümeti azınlıkların sözcüsü gibi davranmıştı. Buna karşın Mustafa Kemal Paşa önderliğinde örgütlenen ulusal kurtuluş hareketi bildiri ve kongrelerle özellikle azınlık konularında taviz verilmeyeceğini beyan etmişti.
Milli mücadele döneminde çoğunlukla kendi çıkarlarına göre hareket eden azınlıklar iç ve dış güçlerle birlikte hareket etse de emellerini ulaşamamıştı.  Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla azınlıkların bir çoğu yaşadıkları yerlerden kendi ülkelerine ya da başka ülkelere göç etmek zorunda kalmışlardı.




















KAYNAKÇA:
Elektronik:
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/I7.pdf, (ET: 12.12.2017).
Kitaplar:
Akçura, Yusuf. Osmanlı Devletinin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. Asırlarda), TTK Yayınları, İstanbul 1940.
Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk(Cilt-I, 1919-1920), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970.
Dumont, Paul. Mustafa Kemal, Çev. Zeki Demirkol, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998.
Göyünç, Nejat. Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983.

Kaptan, Eyüp. Lozan Konferansı’nda Azınlıklar Sorunu, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul 2002.

Karpat, Kemal H.. Millets and Nationality The Roots of the Incongruity of Nation and State in the Post-Ottoman Era, C.I, New York / London: CJOE 1982.

Kaya, Önder. Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, Ekim 2005.

Kırzıoğlu, M.F.. Türk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Atatürk Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkez Müdürlüğü Yayınları, Erzurum 1976.

Kocatürk, Utkan. Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999.

Uras, Esat. Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, ,İstanbul 1987.

Vahapoğlu, M.Hidayet. Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, İstanbul 1992.

Makaleler:
Bozkurt, Gülnihal. “İslam Hukukunda Zımmîlerin Hukuki Statüleri”, 9 Eylül Hukuk Fakültesi Dergisi, III/1-4, Ankara 1987, s.115-117.
Demircioğlu, Asuman. “Faik Ahmet Bey’e Göre Milli Mücadelede Pontus Meselesi ve Patrikhanenin Faaliyetleri”, Atatürk Ün. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11, Erzurum 1999.
Ercan, Yavuz. “Türkiye’de XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İçtimaı ve İktisadî Durumu”, Belleten, XLVII, S.88, Ekim 1983.

Eryılmaz, Bilal. “Osmanlılarda Millet Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi VI, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996.
Eyyupoğlu, İsmail. “Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşına Kadar Osmanlı Devleti’nde Azınlık Problemi”, Atatürk Üniversitesi. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11.
Güler, Ali. “Yunan Gizli Teşkilatları-Patrikhane”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, S.24, Kasım 1994.
Küçük Cevdet, “Kazım Karabekir”, İslam Ansiklopedisi, C.25, 2002, s.150-152 http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c25/c250098.pdf, (ET: 11.12.2017).
Ortaylı, İlber. “Ortodoks Kilisesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim”, Makaleler, Ankara 2000.
Özkaya, Yücel. “Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı Ve Zararlı Dernekler”,  Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-10/ulusal-bagimsizlik-savasi-boyunca-yararli-ve-zararli-dernekler, (ET:12.12.2017)

Yurdaydın, H.G..“İslam Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996.
Seminer ve Bildiriler:
Haydaroğlu, İlknur Polat. “Türk Yunan İlişkileri Çerçevesinde Rum-Eğitim-Öğretim Kurumlarının Yeri ve Önemi”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Türk Yunan İlişkileri), ATASE Yayınları, Ankara 1986.
Kuran, Ercüment. “XIX. Yüzyıl Anadolu Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kaynağı Olarak Yabancı Seyahatnamelerden Georges Perrort’un “Souvenirs D’UN Voyage En Asie Mineure’u, İstanbul Ün. Edebiyat Fak. Tarih Araştırma Merk. Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, İstanbul 1997.
Kuran, Ercüment. “Milli Mücadele Esnasında Pontus Rum Devleti Kurma Teşebbüsleri”, Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (13 -17 Ekim 1986), Samsun 1988.
Tezler:
Kılıç, Sadık Mete. Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye’de Azınlıklar ve Avrupa Birliği'nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımının Türkiye’ye Etkileri, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Diyarbakır 2007.



[1] M.Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, İstanbul 1992, s.15.
[2] İsmail Eyyupoğlu, “Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşına Kadar Osmanlı Devleti’nde Azınlık Problemi”, Atatürk Üniversitesi. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11, s.247.
[3] Bilal Eryılmaz, “Osmanlılarda Millet Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi VI, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996, s.229.
[4] Gülnihal Bozkurt, “İslam Hukukunda Zımmîlerin Hukuki Statüleri”, 9 Eylül Hukuk Fakültesi Dergisi, III/1-4, Ankara 1987, s.115-117.
[5] H.G. Yurdaydın, “İslam Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayınları, İstanbul 1996, s.91.
[6] Yavuz Ercan, “Türkiye’de XV. ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin Hukukî, İctimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, XLVII, S.88, Ekim 1983, s.1125.
[7] Önder Kaya, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, Ekim 2005, s.11-12.
[8] İlber Ortaylı, “Ortodoks Kilisesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim”, Makaleler, Ankara 2000, s.283.
[9] Yusuf Akçura, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri (XVIII. VE XIX. Asırlarda), TTK Yayınları, İstanbul 1940, s.187.
[10] İlknur Polat Haydaroğlu, “Türk Yunan İlişkileri Çerçevesinde Rum-Eğitim-Öğretim Kurumlarının Yeri ve Önemi”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri (Türk Yunan İlişkileri), ATASE Yayınları, Ankara 1986, s.444-445.
[11] Ercüment Kuran, “XIX. Yüzyıl Anadolu Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kaynağı Olarak Yabancı Seyahatnamelerden Georges Perrort’un “Souvenirs D’UN Voyage En Asie Mineure’u, İstanbul Ün. Edebiyat Fak. Tarih Araştırma Merk. Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, İstanbul 1997.
[12] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, ,İstanbul 1987, s.421.
[13] Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983, s.16-18.
[14] Önder Kaya, a.g.e., s.142.
[15] M.F. Kırzıoğlu; Türk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Erzurum 1976, s.20.
[16] Kemal H. KARPAT, Millets and Nationality The Roots of the Incongruity of Nation and State in the Post-Ottoman Era, C.I, New York / London: CJOE 1982, s. 141-169.
[17] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk(Cilt-I, 1919-1920), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1970, s.2.
[18] Paul Dumont, Mustafa Kemal, Çev. Zeki Demirkol, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998, s.17.
[19] Yücel Özkaya, “Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı Ve Zararlı Dernekler”,  Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-10/ulusal-bagimsizlik-savasi-boyunca-yararli-ve-zararli-dernekler, (ET:12.12.2017).
[20] Ercüment Kuran, “Milli Mücadele Esnasında Pontus Rum Devleti Kurma Teşebbüsleri”, Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (13 -17 Ekim 1986), Samsun 1988, s.79.
[21] Asuman Demircioğlu, “Faik Ahmet Bey’e Göre Milli Mücadelede Pontus Meselesi ve Patrikhanenin Faaliyetleri”, Atatürk Ün. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.11, Erzurum 1999, s.241.
[22] Ali Güler, “Yunan Gizli Teşkilatları-Patrikhane”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, S.24, Kasım 1994, s.28.
[23] Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/I7.pdf, (ET: 12.12.2017).
[24] Atatürk, a.g.e., s.12.
[25] A.g.e., s.19.
[26] Dumont Paul, a.g.e., s.43-44.
[27] M.F. Kırzıoğlu, a.g.e, s.47.
[28] Atatürk, a.g.e., s.179.
[29] A.g.e., s.181.
[30] A.g.e., s.197.
[31] Kırzıoğlu, a.g.e., s.48.
[32] Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999, s.208.
[33] Cevdet Küçük, “Kazım Karabekir”, İslam Ansiklopedisi, C.22, 2002, s.150-152.
[35] Sadık Mete Kılıç, Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye’de Azınlıklar ve Avrupa Birliği'nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımının Türkiye’ye Etkileri, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Diyarbakır 2007, önsöz.
[36] Eyüp Kaptan, Lozan Konferansı’nda Azınlıklar Sorunu, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder